BAŞLIK

Haberiniz olsun ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'a aittir. O, kullarının ne yaptıklarını ve ne düşündüklerini bilir. O'nun huzuruna çıkarıldıkları gün herkese yaptıklarını haber verecektir. Allah her şeyi bilir. (NÛR - 64)

Resimler

Dost Siteler

Başlık

Allah O'dur ki, gökleri direksiz yükseltti, onu görüyorsunuz, sonra arş üzerine istiva etti, güneşi ve ayı emrine boyun eğdirdi. Her biri belli bir vakte kadar akar gider. Bütün işleri O yönetiyor. Âyetleri O açıklıyor ki, Rabbinizin huzuruna çıkacağınızı iyi bilesiniz. (RA'D/2) O, gökten yere, (yukarıdan aşağıya) işleri düzenler, sonra da o işler, sizin saydıklarınızdan bin yıl kadar olan bir günde O'na yükselir. (SECDE/5)

İSLAMİ BİLGİLER NAMAZ TEFSİR ORUÇ ABDEST

İSLAMİ BİLGİLER NAMAZ İLMİHAL BİLGİLERİ MEZHEP CANLI TV MÜBAREK GÜN VE GECELER HADİS NAMAZ KURAN-I KERİM DİNLEPEYGAMBERLER HAYATI NAZAR BESMELENİN FAZİLETİ CİNLER NASİH

Kaza ve Kadere iman

Kaza ve Kadere iman
Kadere iman
Sual: Kadere iman ne demektir? Kader inkâr edilebilir mi?
CEVAP
İmanın altıncı şartı, kadere, hayır ve şerrin Allahü teâlâdan
olduğuna imandır. Amentü’deki, (Ve bil kaderi hayrihi ve şerrihi
minallahi teâlâ) ifadesi, kaderin, hayır ve şerlerin hepsinin Allahü
teâlâdan olduğuna iman etmeyi bildirmektedir.
İnsanlara gelen hayır ve şer, fayda ve zarar, kazanç ve
ziyanların hepsi, Allahü teâlânın takdir etmesi iledir. Kader, lügatte,
bir çokluğu ölçmek, hüküm ve emir demektir. Çokluk ve büyüklük
manasına da gelir. Allahü teâlânın, bir şeyin varlığını ezelde
dilemesine kader denilmiştir. Kaderin, yani varlığı dilenilen şeyin var
olmasına Kaza denir. Kaza ve kader kelimeleri, birbirinin yerine de
kullanılır. Buna göre kaza demek, ezelden ebede kadar yaratılacak
şeyleri, Allahü teâlânın ezelde dilemesidir. Bütün bu eşyanın,
kazaya uygun olarak, daha az ve daha çok olmayarak yaratılmasına
kader denir. Allahü teâlâ, olacak her şeyi ezelde, sonsuz öncelerde,
biliyordu. İşte bu bilgisine kaza ve kader denir.
Bütün hayvanların, nebatların, cansız varlıkların [katıların,
sıvıların, gazların, yıldızların, moleküllerin, atomların, elektronların,
elektro-magnetik dalgaların, kısaca her varlığın hareketi, fizik
olayları, kimya tepkimeleri, çekirdek reaksiyonları, enerji
alışverişleri, canlılardaki fizyolojik faaliyetler], her şeyin olup
olmaması, kulların iyi ve kötü işleri, dünyada ve ahirette, bunların
cezasını görmeleri ve her şey, ezelde, Allahü teâlânın ilminde var
idi. Bunların hepsini ezelde biliyordu. Ezelden ebede kadar olacak,
eşyayı, özellikleri, hareketleri, olayları, ezelde bildiğine uygun olarak
yaratmaktadır. İnsanların iyi ve kötü bütün işlerini, Müslüman
olmalarını, küfürlerini, istekli ve isteksiz bütün işlerini, Allahü teâlâ
yaratmaktadır. Yaratan, yapan yalnız Odur. Sebeplerin meydana
getirdiği her şeyi yaratan Odur. Her şeyi bir sebep ile yaratmaktadır.
Mesela, ateş yakıcıdır. Hâlbuki yakan Allahü teâlâdır. Ateşin,
yakmakta hiçbir ilgisi yoktur. Fakat, âdeti şöyledir ki, bir şeye ateş
dokunmadıkça, yakmayı yaratmaz. [Ateş, tutuşma sıcaklığına kadar
ısıtmaktan başka bir şey yapmaz. Organik cisimlerin yapısında
bulunan karbona, hidrojene, oksijenle birleşmek ilgisi veren, elektron
alış-verişlerini sağlayan, ateş değildir. Doğruyu göremeyenler,
bunları ateş yapıyor sanır. Yakan, yanma tepkisini yapan, ateş
değildir. Oksijen de değildir. Isı da değildir. Elektron alış-verişi de
değildir. Yakan, yalnız Allahü teâlâdır. Bunların hepsini, yanmak için
sebep olarak yaratmıştır. Bilgisi olmayan kimse, ateş yakıyor sanır.
İlkokulu bitiren bir kimse, (ateş yakıyor) sözünü beğenmez. Hava
yakıyor der. Ortaokulu bitiren de, bunu kabul etmez. Havadaki
oksijen yakıyor der. Liseyi bitiren, yakıcılık oksijene mahsus değildir.
Her elektron çeken element yakıcıdır der. Üniversiteli ise, madde ile
birlikte enerjiyi de hesaba katar. Görülüyor ki, ilim ilerledikçe, işin
içyüzüne yaklaşılmakta, sebep sanılan şeylerin arkasında, daha
nice sebeplerin bulunduğu anlaşılmaktadır.
İlmin, fennin en yüksek derecesinde bulunan, hakikatleri tam
gören Peygamberler ve O büyüklerin izinde giderek, ilim
deryalarından damlalara kavuşan İslam âlimleri, bugün yakıcı,
yapıcı sanılan şeylerin, aciz, zavallı birer vasıta ve mahlûk
olduklarını, hakiki yapıcının, yaratıcının sebepler değil, Allahü teâlâ
olduğunu bildiriyor.] Yakıcı, Allahü teâlâdır. Ateşsiz de yakar. Fakat,
ateş ile yakmak âdetidir. Yakmak istemezse, ateş içinde yakmaz.
İbrahim aleyhisselamı ateşte yakmadı. Onu çok sevdiği için, âdetini
bozdu. [Nitekim ateşin yakmasını önleyen maddeler de yaratmıştır.
Bu maddeleri, kimyagerler bulmaktadır.]
Allahü teâlâ dileseydi, her şeyi sebepsiz yaratırdı. Ateşsiz
yakardı. Yemeden doyururdu. Tayyaresiz uçururdu. Radyosuz,
uzaktan duyururdu. Fakat lütuf ederek, kullarına iyilik ederek, her
şeyi yaratmasını bir sebebe bağladı. Belirli şeyleri, belli sebeplerle
yaratmayı diledi. İşlerini, sebeplerin altına gizledi. Kudretini sebepler
altında sakladı. Onun bir şeyi yaratmasını isteyen, o şeyin sebebine
yapışır, o şeye kavuşur. [Lambayı yakmak isteyen, kibrit kullanır.
Zeytinyağı çıkarmak isteyen, baskı aleti kullanır. Başı ağrıyan,
aspirin kullanır. Cennete gidip, sonsuz nimetlere kavuşmak isteyen,
İslamiyet'e uyar. Kendini tabanca ile vuran ölür. Zehir içen ölür. Terli
iken su içen, hasta olur. Günah işleyen, imanını gideren de,
Cehenneme gider. Herkes, hangi sebebe başvurursa, o sebebin
vasıta kılındığı şeye kavuşur. Müslüman kitaplarını okuyan,
Müslümanlığı öğrenir, sever, Müslüman olur. Dinsizlerin arasında
yaşayan, onların sözlerini dinleyen, din cahili olur. Din cahillerinin
çoğu kâfir olur. İnsan hangi yerin vasıtasına binerse, oraya gider.]
Kadere iman farzdır. Bu husus Kur'an-ı kerim ve hadis-i şerifler
ile bildirilmiştir. Allahü teâlâ, ezeli ilmiyle, insanların ve diğer
mahlûkatın, ne zaman doğacağını, ne zaman öleceğini ve ne
yapacaklarını bilir. İlahın her şeyi bilmesi, her şeye gücü yetmesi
gerekir. Bilmeyen, gücü yetmeyen, muhtaç olan, ölebilen ilah
olamaz. Allahü teâlâ, herkesin ne yapacağını bilir. Kur'an-ı kerimde
mealen, (Allah, onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir)
buyuruluyor. (Bekara 255)
İnsanların başına gelecek olaylar, doğacakları, ölecekleri ve ne
iş yapacakları gibi bütün bilgiler, levh-i mahfuz denilen bir kitaptadır.
Bu kitaptaki bilgilere kader deniyor. Kader hakkında birçok âyet-i
kerime vardır. Birkaçının meali şöyledir:
(Yeryüzünde vuku bulan ve başınıza gelen bir musibet
yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta [levh-i mahfuzda
yazılmış] olmasın. Elbette bu, Allah’a kolaydır.) [Hadid 22]
(Yaptıkları küçük büyük her şey, satır satır kitaplarda
yazılmıştır.) [Kamer 52, 53]
(Her ümmetin bir eceli vardır, gelince ne bir an geri kalır, ne
de bir an ileri gider.) [Araf 34]
(Biz, her şeyi kader ile [bir ölçüye göre] yarattık.) [Kamer 49]
(Allah her canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı
mekânı bilir. Hepsi açık bir kitapta [levh-i mahfuzda] dır.) [Hud 6]
(Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey, Ondan gizli
kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyüğü de, apaçık
kitaptadır.) [Sebe 3]
(Bir canlıya verilen ömür ve ömrünün azaltılması da
mutlaka bir kitaptadır.) [Fatır 11]
Peygamber efendimiz, bu âyet-i kerimeleri açıklamıştır. Kadere
inanmak, imanın altı şartından biridir.
(Kadere inanmak, iman esaslarındandır.) [Ebu Davud,
Tirmizi]
(Kadere inanmayan imanın gerçeğine erişmez.) [Nesai]
(Kaderi inkâr edenin İslam’dan nasibi yoktur.) [Buhari]
(Kadere iman etmek, tevhidin nizamıdır.) [Deylemi]
(Ahir zamanda şerli kimseler kader hakkında konuşur.)
[Hâkim]
(Ahir zamanda kaderi inkâr edenler çıkacaktır) [Tirmizi]
(Ahir zamanda, şu üç şeyden korkuyorum: Müneccimlere
[falcılara] inanmak, kaderi inkâr ve idarecilerin zulmü.) [Taberani,
İbni Asakir, Hatib, İbni Ebi Âsım]
(Kaderi inkâr etmeyin. Hıristiyanlar kaderi inkâr eder.)
[Cami-us-sagir]
(Ümmetim kaderi inkâr etmedikçe, dinde sabittir. Kaderi
yalanlayınca helak olurlar.) [Taberani]
(Ahirette kaderi tekzib edene rahmet nazarı ile bakılmaz.) [İ.
Adiy]
(Şu üç şeyden korkuyorum:
1- Âlimin sürçmesi,
2- Münafıkların (Kur'an böyle diyor) diyerek tartışmaya
girişmesi,
3- Kaderin inkâr edilmesi.) [Taberani]
(Kaderden bahsedilince dilinizi tutunuz!) [Taberani]
(Kaderi inkâr edene, bütün peygamberler lanet eder.)
[Taberani]
(Kadere, hayrın ve şerrin Allah'tan olduğuna iman
etmedikçe, başa gelenin asla şaşmayacağına, başa gelmemesi
mukadder olanın da asla gelmeyeceğine inanmadıkça, hiç
kimse iman etmiş sayılmaz.) [Tirmizi]
(Bütün Peygamberler şunlara lanet etmiştir:
1) Allah’ın kitabında olmayan şeyi ona ekleyen [Kur’anda
böyle yazıyor diye yalan söyleyen, Kur’anı kendi görüşüne göre tevil
eden],
2) Allah’ın kaderini inkâr eden,
3) Allah’ın zelil ettiğini aziz, aziz ettiğini de zelil eden zalim
idareci.) [Taberani] (Mesela fâsık bir kimseye değer vermek, onu
itibarlı bir yere getirmek, salih bir kimseye değer vermemek, onu
itibarsız, aşağı bir yere getirmek.)
Kaderi yaratan Allahü teâlâdır. Her şeyi yaratan Allahü teâlâdır.
Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Allahü teâlâ buyurur: “Ben âlemlerin rabbiyim, hayrı da,
şerri de ancak ben tayin ederim. Hakkında şer yazdığıma
yazıklar olsun, hakkında hayır yazdığıma ise ne mutlu.)
[İ.Neccar] (Allahü teâlâ, kullarının iyilik mi kötülük mü işleyeceklerini,
Cehennemlik mi, Cennetlik mi olduklarını elbette bilir, bildiğini
yazıyor. Yoksa yazdığı için kul öyle yapmak zorunda kalmıyor.
Cebriye zorla Allah yaptırır der, Mutezile ise Allah’ın kaderini inkâr
eder.)
(Bütün işler Allahü teâlâdandır; hayır olanı da şer olanı da.)
[Taberani]
(Kaderiyenin İslam’dan nasibi yoktur. Bunlar, Şer takdir
edilmedi derler.) [Beyheki] (Kaderiye, Mutezile demektir.)
(Denge, Rahman olan Allahü teâlânın elindedir. Kimini
yükseltir, kimini alçaltır.) [Bezzar]
(Allahü teâlâ, hayır murat ettiğinin maişetini kolaylıkla verir.
Şer murat ettiğinin ise, maişetini zorlukla karşılaştırır.) [Beyheki]
(Allahü teâlâ buyurdu ki: Bana iman edip de kadere, hayır
ve şerrin benim takdirimle olduğuna iman etmeyen, benden
başka Rab arasın.) [Şirazi]
(Ümmetimin helaki üç şeydedir: Irkçılık, kaderi inkâr ve
nakle itibar etmemek [Kendi görüşünü din gibi anlatmak].)
[Taberani]
(Allahü teâlâ, ilk önce Kalemi yaratıp, “Kaderi, olanı ve
sonsuza kadar olacak olanı yaz” buyurdu.) [Tirmizi, Ebu Davud]
(Her şey ezelde yazıldı. Kalem kurudu.) [Tirmizi] (Yani kader,
takdir son buldu ve kaleme yazacak bir şey kalmadı.)
(Bütün insanlar toplanıp sana fayda vermek için çalışsalar,
ancak Allahü teâlânın senin için takdir ettiğinden fazlasını
yapamazlar. Eğer bütün insanlar, sana zarar vermeye kalksalar,
ancak Allahü teâlânın senin hakkında takdir ettiği zarardan
fazlasını veremezler. Çünkü artık kaderi yazan kalem[in
mürekkebi] kurudu, yazıları değişmeyecek şekilde kesinleşti.)
[Tirmizi]
(Ya Resulallah, yaptığımız ve yapacağımız işler önceden takdir
edilip yazıldığına göre, iş yapmanın ne önemi var) diye soranlara,
(Herkes, kendi işine hazırlanır) ve (Herkes önceden takdir
edilmiş olan işlere hazırlanır) buyurdu. (Müslim, Tirmizi)
Aynı suali soran, başka birine de, Şems suresini okudu. İlgili
kısmın meali şöyle:
(Cenab-ı Hak, hayrı ve şerri [taat ve günahı] ve bu ikisinin
hallerini öğretip bunlardan birini yapabilmesi için, insana
ihtiyar [tercih hakkı, irade-i cüziyye] verdi. Nefsini tezkiye eden
[kötülüklerden temizleyip faziletlerle dolduran] kurtuldu. Nefsini
günahta, cehalette, dalalette bırakan, ziyan etti.) [Şems 8-10]
İrade-i cüziyye nedir
Sual: Hayır ve şer Allah’tan olduğuna göre, irade-i cüziyyenin
yeri nedir?
CEVAP
Akıl, din bilgilerinden bazılarını anlayamaz. Eğer anlasaydı,
Peygamberlere lüzum kalmazdı.
İnsanların işlerini, hareketlerini de Allahü teâlâ yaratmaktadır.
İşleri zorla da yaptırmıyor. Zorla yaptırılan iş için hesaba çekmek de
zulüm olur. Allahü teâlâ zulüm yapmaz.
İnsanların işlerinin bir titreme gibi cebren yapılmadığı da
meydandadır. İnsanda tam ihtiyar ve tam cebir olmadığı için, insanın
hareketleri, bu ikisinin arasında hâsıl olmaktadır.
Her şeyi ve insanların iyi, kötü her işini Allahü teâlâ yaratıyor ise
de, insanlara irade-i cüziyye vermiştir. İrade-i cüziyye insandan
meydana gelir; fakat insan bunu yarattı denilemez.
Allahü teâlâ, insanın ihtiyari hareketini yaratmak için, insanın
iradesini sebep kılmıştır. Bu şart olmasa da yaratır. Fakat bu şart ile,
bu sebep ile yaratması âdetidir. Peygamberlerinde ve Evliyasında
bu âdetini bozarak sebepsiz de yaratır. Yarattığı çok görülmüştür.
İnsanın işleri ezeldeki takdir ile meydana geliyor ise de,
meydana gelmeleri için, önce kul irade-i cüziyyesini kullanmaktadır.
İşin yapılmasını veya yapılmamasını istemektedir.
İnsanın işlerini Allahü teâlânın ezelde takdir etmesi demek,
insanın neleri irade edeceğini bilmesi ve dilemesi demektir. Bunları
levh-i mahfuz’da yazmıştır. Böyle olduğu için, kulun mecbur olması
gerekmez.
Takvimlere, bir sene içinde güneşin ne zaman doğup, ne zaman
batacağı, hesaplanarak yazılmıştır. Güneş, takvimde bildirilen
saatlerde doğup batar. Güneş, takvime öyle yazıldı diye bilinen
saatlerde doğup batmaz. Takvime yazılması, güneşin doğmasına ve
batmasına tesir etmez.
İşte Allahü teâlânın da, ezelî ilmiyle, kulların kendi istekleri ile
günah veya sevap işleyeceklerini bilmesi, kulların işlerine cebri bir
müdahale değildir.
Bir kimse, birisinin bir günde yapacağı şeyleri bilse ve bunları
yapmasını irade etse ve hepsini bir kâğıda yazsa, bunları yapacak
olan kimse, o kimsenin mecburu olmaz.
(Yapacaklarımı biliyordun ve yapılmasını istedin ve kâğıda
yazdın. O halde, bunları sen yaptın) da diyemez. Çünkü bunları
kendi iradesi ile ve kendisi yapmıştır. O kimsenin bildiği ve dilediği
ve yazdığı için yapmamıştır.
Allahü teâlânın ezelde bilmesi ve dilemesi ve levh-i mahfuza
yazması da, insanları mecbur etmek olmaz. Evet, ezelde, levh-i
mahfuza yazmıştır. Kulun yapacağını bildiği için, yapılmasını irade
etmiştir. Allahü teâlânın ezeldeki bilgisi, kulun kendi iradesi ile
yapacağı işe bağlıdır. Kulun işi de, Allahü teâlânın bu ilmi ve iradesi
ile ve yaratması ile meydana gelmektedir. Kul, iradesini
kullanmazsa, Allahü teâlâ, kulun iradesini kullanmayacağını ezelde
bilir ve bildiği için irade etmez ve yaratmaz.
İnsanların iradesi olmasaydı da, insanların işleri yalnız Allahü
teâlânın iradesi ile yaratılsaydı, insanlar mecburdur denilirdi.
İnsan, irade-i cüziyyesini kullanarak iyilik yaratılmasını isterse
sevap, kötülük yaratılmasını isterse günah kazanır. İnsan günah
işlerse cezasını, sevap işlerse mükâfatını görür. Yani Allahü teâlâ
hiç kimseye zorla günah işletmez.
İnsan, irade-i cüziyye ile yaptığı işleri kendi yaratmıyor. Bu
işlerin, hayrın ve şerrin yaratıcısı yalnız Allahü teâlâdır.
Kulun ihtiyarı
Sual: (Kulun ihtiyarı zayıftır) ne demektir?
CEVAP
İhtiyar, beğenmek, seçmek demektir. İnsan bir şey yapacağı
zaman, önce bunu ihtiyar eder, seçer, irade eder, ister. Sonra yapar.
Bundan dolayı, kul, iş yapmakta mecbur değildir. İster yapar,
istemezse yapmaz. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Kulun ihtiyarı, Allahü teâlânın ihtiyarına göre zayıftır denirse,
doğrudur. Eğer, emir ve yasaklara uymaya gücü yetmez anlamında
olursa yanlış olur. Çünkü kullara gücü yetmeyecek şey
emredilmemiştir. (1/266)
Allah'ın dediği olur
Sual: Bazı dükkân ve minibüslerde, (Allah'ın dediği olur)
yazısını görüyoruz. Bu ne demektir? Mesela patronun koltuğunun
arkasında böyle yazılı levha var. Patron elini masaya vurup,
(Burada benim dediğim olur) diyor. Orada kimin dediği oluyor?
Eğer hep Allah'ın dediği oluyorsa, toplumda niye kötülük oluyor?
CEVAP
Kaza ve kader meselesi iyi bilinmezse bu konuyu anlamak zor
olur. Bilinirse rahat anlaşılır.
Allahü teâlâ, toplumdaki her kötülüğe mani olursa, insanların
işlerine müdahale etmiş olur. İnsanları günah ve sevab işleyecek
vasıfta yaratmıştır. Dileseydi, insanı da melek gibi yaratır, insan da
günah işlemezdi. İnsana irade-i cüz’iyye vermiş, günah ve sevab
işlemekte serbest bırakmıştır. Serbest bırakmasaydı, kul ahirette,
(Ya Rabbi, bu günahları sen bana zorla işlettin, benim bunda suçum
yoktur) derdi. Kul iradesinde serbest olunca, böyle bir mazeret ileri
süremez. Herkes bir imtihandan geçiyor. Toplumun işlediği
kötülüklere mani olunursa, herkes robot gibi olur, iyi ile kötü belli
olmaz.
Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki: İnsanın yapmak
istediği işi, Allahü teâlâ da dilerse, o şeyi yaratır. İnsanların yaptığı
her hareket, her iş, insanın kesbi ve Allahü teâlânın yaratmasıyladır.
İnsan ister, Allah da yaratır.
Her şeyi ve insanların iyi, kötü her işini, Allahü teâlâ yaratıyorsa
da, insanlara (İrade-i cüz’iyye) vermiştir. İnsan iyi veya kötü işlerini
bu irade-i cüz’iyye ile yapıyor. İnsan, irade-i cüz’iyyesini kullanarak
iyilik yaratılmasını isterse sevab, kötülük yaratılmasını isterse günah
kazanır. İnsan günah işlerse cezasını, sevab işlerse mükâfatını
görür. Yani Allahü teâlâ hiç kimseye zorla günah işletmez.
İnsan yapısı işler
Sual: Bir yerde okudum, büyük bir zat, (Arapçayı Allah yaptı,
diğer dilleri insanlar yaptı) diyor. Diğer dilleri insanların yapması,
bana tuhaf geldi. Her şeyi Allah yaratmıyor mu?
CEVAP
Bu tuhaflık, kaderi iyi bilmemekten ileri geliyor. Evet, her şeyi
yaratan Allahü teâlâdır. Ancak insanlara irade-i cüz’iyye vermiştir.
Bir insan günah işlerse, kendi hür iradesiyle işlemiş olur, (Allah
yaptırdı) denmez. (Her şeyi Allah zorla yaptırıyor) demek Cebriyye
denilen bid’at fırkasının görüşüdür. Selefiler de, bu görüştedir.
Selefiler, (“Bir cani, yedi kişiyi öldürdü” demek şirktir. Çünkü
Kur’anda herkesi öldürenin Allah olduğu yazılıdır) diyorlar. İnsanı
iradesiz bir robota benzetiyorlar.
Fabrikada yapılan aletler bozulunca, (İnsan yapısı bu, bozulur
elbette) deniyor. İnsanın yaptığı aletlere, (İnsan yapısı) demenin
mahzuru olmaz. İnsanlar, kendi istekleriyle bir şeyler yapıyorlar ki,
Allah indinde sorumlu oluyorlar. Allah zorla yaptırsa sorumlu
olmazlar.
Allah'ın yaptığı kanunlar gibi, beşerin yaptığı kanunlar da olur.
(Bu anayasayı, bu kanunları insanlar yaptı) demekte, dinen bir
mahzur olmadığı gibi, (Arapçayı, İslam harflerini Allah yaptı, diğer
dilleri ve yazıları insanlar yaptı) demekte de, dinen bir mahzur
olmaz.
Hayır da, şer de Allah’tandır
Sual: (Hayır Allah’tan ama şer Allah’tan değil. Şerri insan
kendisi yaratır. Bunlar, şerrin Allah’tan olduğu inancını bir de
Amentü’ye dâhil etmişler. Âyet ve hadiste böyle bir şey yok) deniyor.
Lütfen bu konuyu âyet ve hadislerle açıklayın.
CEVAP
Kur’an-ı kerimde de, hadis-i şeriflerde de hayrın ve şerrin
Allah’tan olduğu açıkça bildiriliyor. Şimdiye kadar gelen istisnasız
bütün İslam âlimleri, (Hayır da şer de Allah’tan) demişlerdir. Şerrin
Allah’tan olmadığı inancı Hıristiyanlık ile Mutezile ve bazı sapık
fırkaların görüşüdür. Hiçbir Ehl-i sünnet âlimi şer Allah’tan değildir
dememiştir. Çünkü hiçbir âlim, Kur’an ve hadise aykırı konuşmaz.
Kul kendi kaderini yaratamaz. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor
ki:
(Lut’un karısının azaba uğramasını takdir ettik.) [Hicr 60]
(Yani kaderini öyle kötü yazdık)
(Güzel akıbet takdir ettiklerimiz [kaderi güzel olanlar]
Cehennemden uzak tutulur.) [Enbiya 101]
(Eğer Allah insanlara, hayrı çarçabuk istedikleri gibi, şerri
de acele verseydi, elbette onların hepsi helak olurdu. Fakat bize
kavuşmayı ummayanları [ahireti, dirilmeyi inkâr edenleri] biz,
azgınlıkları içinde bocalar bir halde bırakırız.) [Yunus 11]
(Rabbin, kendi istediğini yaratır, dilediğini seçer. Onların
seçim hakkı yoktur.) [Kasas 68]
(Her şeyin yaratıcısı Allah’tır.) [Zümer 62, Mümin 62]
Müfessirlerin şahı imam-ı Kadı Beydavi hazretleri bu âyet-i
kerimeyi şöyle açıklıyor:
(Hayrı, şerri, imanı, küfrü ve her şeyi yaratan ancak Allahü
teâlâdır. Her şey Onun tasarrufu altındadır.)
Peygamber efendimiz, Kur'an-ı kerimdeki imanla ilgili âyetleri
açıklayıp buyuruyor ki:
(Allahü teâlâ, “Bana inanıp da kadere, hayır ve şerrin benim
takdirimle olduğuna inanmayan, benden başka Rab arasın”
buyurdu.) [Şirazi]
(Bir kişi, kaderin, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna
inanmadıkça, mümin sayılmaz.) [Tirmizi]
Görülüyor ki, (Hayır da şer de Allah’tandır) inancını Amentü’ye
sokan Allah ve Resulüdür.
Cebriye denilen sapık fırka da, bu âyetlere bakınca, (Bize
günahları işleten Allah’tır, biz günahlardan sorumlu değiliz) demiştir.
Elbette bu da yanlıştır. Ehl-i sünnete göre, insanda irade-i cüziyye
vardır. İşlediği günahlardan sorumludur.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
İman-küfür, hayır-şer, hidayet-dalalet, taat-günah, Allahü
teâlânın yaratması olup, hepsi de Onun takdir ve iradesiyledir. Hak
teâlâ sevabı ve günahı kulların ameline bağlı kılmıştır. İnsanı
iradesine bırakmış, azabı ve sevabı, iradenin sarfına bağlı kılmıştır
ki, buna kesb denir. Kesb, kuldan, yaratmak Allah’tandır. Kesb,
kendi irademizle yaptığımız hareketlerdir.
Allahü teâlânın yaratacağı şeyleri ezelde bilmesi, irade sıfatını
yok etmediği gibi, kullarının yapacağı şeyleri de ezelde bilmesi,
kulların irade ve ihtiyar sahibi olmalarına mani değildir.
Allahü teâlânın emirler, yasaklar koyması, insanda kesb
bulunduğu içindir. Eğer kesb olmasaydı, hâşâ bu emir ve
yasaklar lüzumsuz olurdu. Azap ve nimet vaadleri hâşâ yanlış
olurdu. Peygamberlerin ve kitapların gönderilmesi de yine bu
şekilde hâşâ temelinden yersiz bir iş olurdu. Görülüyor ki bu
zatın maksadı dinleri temelinden yıkmaktır.
Allahü teâlâ elbette her şeyi bilir
Yukarıda, hayır ve şerrin Allah’tan olduğunu âyet ve hadislerle
kısaca ispat etmiştik. Şimdi ise, “Eğer herkesin Cennete veya
Cehenneme gideceğini Allah biliyorsa, o zaman bizi niçin sorumlu
tutuyor? Nereye gideceğimizi biliyorsa, peki niye bize koskoca
Kur’anı gönderdi? Niye emirler ve yasaklar bildirdi? Alın yazısı diye,
kader diye bir şey yoktur, herkes kendi kaderini kendisi çizer” savına
cevap veriyoruz.
Bu savların hepsinin cevabı Kur’an-ı kerimde vardır. İslam
âlimleri açıklamıştır.
Önce şunu soralım:
Bir insanın Cennete mi Cehenneme mi gideceğini Allah bilmez
mi? Bilmeyen ilah olur mu hiç? Kur’an-ı kerimdeki o kadar âyetler
nasıl inkâr edilir? Bunun maksadı, (Çamur at, tutmazsa da iz bırakır)
misali, belki bazı gafilleri avlarım diye böyle desteksiz atıyor.
Kötülükleri yaratan başkası mı?
Mektubat-ı Rabbanide buyuruluyor ki:
İmam-ı a’zam hazretleri, İmam-ı Cafer-i Sadık hazretlerine
sordu:
- Allah, insanların istekli işlerini, onların arzusuna mı
bırakmıştır?
- Hayır, rübubiyetini [yaratıcılığını ve her istediğini yapmak
büyüklüğünü] âciz kullarına bırakmaz.
- O zaman kullarına işleri zorla mı yaptırıyor?
- O âdildir. Kuluna zorla günah işletip, sonra da Cehenneme
sokmaz.
- O hâlde, insanların istekli hareketlerini kim yapıyor?
- İşleri, ne insanların arzusuna bırakmış, ne de kimseyi, o
işleri yapmaya mecbur bırakmıştır. Yaratmayı kullarına
bırakmadığı gibi, zorla da yaptırmaz. İkisi arası olagelmektedir.
(1/289)
Mutezile’den Abdülcebbar Hemedani, Ehl-i sünnet
âlimlerinden Ebu İshak İsferaini'ye sordu:
- Allah, kötülüğü, günahı istemez ve yaratmaz. Bunları şeytan
yaratmıyor mu?
- Hayrı da, şerri de, her şeyi yalnız Allah yaratır. Başkası bir
şey yaratamaz.
- Allah kendine isyan edilmesini diler mi?
- Allahü teâlâ, küfrü ve günahları dilemese ve yaratmasa,
kul, zorla Ona isyan edebilir mi? Kul, irade-i cüziyyesi ile küfür,
günah, kötülük yapmak ister. Allah da dilerse, onun istediğini
yaratır.
- Bir kimse hidayet istediği halde, Allah ona hidayet dilemese,
ona kötülük etmiş olmaz mı?
- Kulun hakkını vermemeyi dilemez, ama kendi hakkını
almayı dilemeyebilir. Zerre kadar iyilik yapana karşılığını verir.
Küfürden başka günahların çoğunu da affeder. Küfrü dilemesine
gelince, Hak teâlâ âlimdir, ileride olacak her şeyi bilir. Hakîmdir, her
şeyin en iyisini yapar. Dilediği kuluna hidayet verir. Sapıklıktan
dönmeyeceğini bildiği kulu da sapıklıkta bırakır. Bir âyet meali:
(Dilediğini sapık yolda bırakır, dilediğine de, hidayet eder.)
[Fatır 8]
Allahü teâlâ, iyiliği ve kötülüğü, kulların irade etmesi, dilemesi ile
yaratır. Kulun iradesi yaratmaya sebeptir. Müminler, irade-i
cüziyyeleri ile imanı ve itaati dileyince, Allahü teâlâ da, diler ve
yaratır. Kâfir, küfrü ve fâsık, günahı dileyince, O da irade ederse,
yaratır. Yalnız kulun dilemesi ile bir şey var olmaz. O da dileyince
var olur. Allahü teâlâ dilemedikçe, bir sinek, kanadını kımıldatamaz.
İnsanların yaptıkları bütün iyilikler ve kötülükler, hep Onun dilemesi
ile oluyor. Kullar bir şey yapmak irade edince, O irade etmezse o iş
olmaz. Var olmasını dilemediği şey, var olmaz. Var olursa, gücü
yetmemek olur. Allahü teâlânın her şeye gücü yeter.
Nefsimiz yaratıcı değildir
Sual: Ehl-i sünnet kitaplarında, hem hayır şer Allah’tan deniyor,
hem de kul işlediği günahlardan sorumlu deniyor. Bu çelişki değil
mi? Günahları nefsimiz yaratmıyor mu?
CEVAP
Dinimizde çelişki olmaz. Her şeyin yaratıcısı yalnız Allahü
teâlâdır, başka yaratıcı yoktur. Nefsimiz bir şey yaratamaz.
Nefsimizi yaratıcı bilmek mutezilenin görüşüdür. Nefsimiz insan ve
cin gibi mükellef bir mahlûk bile değildir. İnsan ölünce nefsi yok
olacaktır. Mükellef bile olmayan ve yok olup gidecek bir şeye
yaratıcı demek ne kadar yanlıştır. İmanın altı esasından birisi de,
hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmaktır. Buna inanmayan
Müslüman olamaz.
Resulullahın vârisleri olan Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki:
Her şeyi yaratan, terbiye eden, yetiştiren, her iyiliği yaptıran,
gönderen hep Allahü teâlâdır. Kuvvet ve kudret sahibi yalnız Odur.
O hatırlatmazsa, kimse, iyilik ve kötülük yapmayı irade, arzu
edemez. Kulun iradesinden sonra, O da istemedikçe, kuvvet ve
fırsat vermedikçe, hiçbir kimse, hiçbir kimseye, zerre kadar, iyilik ve
kötülük yapamaz. Kulun istediği her şeyi, O da irade ederse, dilerse
yaratır. Yalnız Onun dilediği olur. İyilik ve kötülük yapmayı, çeşitli
sebeplerle hatırlatmaktadır. Merhamet ettiği kulları kötülük yapmak
irade edince, O irade etmez ve yaratmaz. İyilik yapmak irade ettikleri
zaman, O da irade eder ve yaratır. Böyle kullardan hep iyilik
meydana gelir. Gazap ettiği düşmanlarının kötü iradelerinin
yaratılmasını, O da irade eder ve yaratır. Bu kötü kullar, iyilik
yapmak irade etmedikleri için, bunlardan hep kötülük hasıl olur.
Demek ki, insanlar, bir alet, bir vasıtadır. Kâtibin elindeki kalem
gibidir. Şu kadar var ki, kendilerine ihsan edilmiş olan İrade-i
cüziyye’lerini kullanarak, iyilik yaratılmasını isteyen, sevap, kötülük
yaratılmasını isteyen, günah kazanır. Allahü teâlâ, insanların istekli
işlerini onların iradeleri ile yaratmasını ezelde dilemiştir. İşlerin insan
iradesi ile yaratılması, ezeldeki ilahi irade ile yaratılması demektir.
Nefsimiz şer işletir
Sual: Şerleri yani kötülükleri nefsimiz işlettiğine göre, (Hayır da,
şer de Allah’tandır) demek, doğru olur mu?
CEVAP
Sebep olmak bakımından, şer yani kötülük elbette nefstendir,
ama yaratmak bakımından, hayır da, şer de Allah’tandır. Nefs
kötülüğü ister, sebep olur, Allahü teâlâ da yaratır. Yani kötülükleri de
Allahü teâlâ yaratır, O irade eder. Allahü teâlâ irade etmezse,
yaratmazsa, sivrisinek kanadını oynatamaz. Başımıza gelen her
türlü kötülük, Allah’ın iradesiyle ve yaratmasıyla meydana gelir.
Hâşâ, nefsimiz yaratıcı değildir, şerri de, hayrı da yaratamaz. Her
şeyin yaratıcısı yalnız Allahü teâlâdır. Kur’an-ı kerimde mealen
buyuruluyor ki:
(Her şeyin yaratıcısı Allah’tır.) [Zümer 62, Mümin 62]
(Sizi de, işlerinizi de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96]
(Rabbin, kendi istediğini yaratır, dilediğini seçer. Onların
seçim hakkı yoktur.) [Kasas 68]
Kul belayı hak ederse, Allahü teâlâ da ona bela gönderir. İşte
bir âyet meali:
(Başınıza gelen bir bela, kendi ellerinizle işledikleriniz
yüzündendir. [Bununla beraber] Allah çoğunu affeder.) [Şura 30]
(Demek ki bela, günahlarımız yüzünden gönderiliyor, ama gönderen
yine Allah’tır. Âyetin devamında, Allah çoğunu affeder deniyor.
Demek ki belayı gönderen Odur, çoğunu da affediyor.)
(Sana gelen her iyilik, Allah’tan [bir ihsanı olarak] gelmekte,
her kötülük de [günahlarına karşılık olarak] kendinden
gelmektedir.) [Nisa 79]
Görüldüğü gibi, bu âyette, günahlarınız yüzünden kötülük
geliyor buyuruluyor, ama kötülüğü yaratan yine Allahü teâlâdır.
Bundan önceki âyette, şerri de Allah’ın yarattığı bildiriliyor. O âyet-i
kerimenin meali:
(Kendilerine bir iyilik dokununca, “Bu Allah’tan” derler,
başlarına bir kötülük gelince de “Bu senin yüzünden” derler.
“Küllün min indillah” [Hepsi Allah’tandır] de!) [Nisa 78]
Hayrı da, şerri de Allahü teâlânın yarattığına inanmak, imanın
şartıdır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kaderin, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmayan
mümin değildir.) [Tirmizi]
Bid’at ehlinin kimi kaderi, kimi de hayrın ve şerrin Allahü
teâlâdan olduğunu inkâr eder. İmanın şartını altıdan aşağı indirenler
olduğu gibi, yediye çıkaranlar da var. Hatta İslam’ın şartı diye bir şey
olmadığını söyleyenler de var. Bu, eski âlimleri suçlayıp böylece
onların üstüne basarak yükselmek isteme hastalığından
kaynaklanmaktadır. Çok çirkin bir iştir. Dinde reform yapmak isteyen
türedilerin, önceki âlimleri suçlamasının kıyamet alameti olduğu,
hadis-i şerifle bildirilmektedir. Yine Peygamber efendimiz, (Âlimler,
Resulullah’ın vârisleridir) buyuruyor. Resulullah’a vâris olan eski
âlimleri suçlamak, vârisin sahibi olan Resulullah’ı üzmez mi? Önceki
âlimleri suçlama hastalığından kurtulmalıdır.
Kaderi bilmeyenler
Sual: (Trafik kazası kader değildir. Ülkenin kaderini
değiştireceğiz. Eceli gelmeden öldü) gibi şeyler söyleniyor. “İnsan,
yaratılışında boyunun uzunluğu ve saçının renginde kadere
hükmedemez. Fakat hür iradesiyle yaptığı işlerde kaderin rolü
olmaz”, “Emr-i ilahi gelmeden intihar eden, takdir-i ilahiyi değiştirdiği
için Cehennemlik olur” deniyor. Kimisi, “Kader utansın” diyerek suçu
kadere yüklüyor. Kimi de, “İnsan kaderini kendi çizer” diyor. Bunlar
doğru mudur?
CEVAP
Bunların hepsi yanlıştır. Kaza ve kader konusu çok ince mesele
olduğu için, birçok âlimin ayağı kaymış ve çeşitli bid'at fırkaları
meydana çıkmıştır. Âlimlerin bile dalalete düştüğü bu konularda,
kaderden bahsetmek uygun olmaz. Sadece nakil yapılır. Peygamber
efendimiz de, (Kaderden bahsedilince susunuz) buyuruyor.
(Taberani)
Her Müslümanın, Amentü’deki esasları tasdik ettikten sonra,
işlediği günahlardan mesul olduğunu bilmesi kâfidir. Eceli gelmeden
kimse ölmez. Trafik kazasında veya vurularak ölen de; eceli gelerek,
kaderi ile ölmüştür. Yani öldürülen veya kazada ölenin ömrü ortadan
kesilmiş olmaz. O anda eceli gelmiştir, yani ömrü biterek ölmüştür.
Her insanın bir tek eceli vardır. Mutezile, (İnsan kendi kaderini kendi
çizer. İnsanların işlerine Allah karışmaz) der. Bu, çok yanlıştır.
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah her şeyin yaratıcısıdır.) [Zümer 62] (Hayrı, şerri, imanı,
küfrü de yaratan Allahü teâlâdır.) [Beydavi tefsiri]
(Allah her şeyi bilir.) [Hucurat 16]
(Yaratan, sinelerde olanları da bilir. Yaratan hiç bilmez mi?)
[Mülk 13,14]
Allahü teâlâ ezelî ilmi ile, kullarının yapacakları işleri bilir. Eğer
Allah, yarattıklarının ne yapacağını bilmezse, bilmeyenden ilah
olamaz. İlahın her şeyi bilmesi, her şeye gücü yetmesi gerekir.
Bilmeyen, gücü yetmeyen, muhtaç olan, ölebilen ilah olamaz. Allahü
teâlâ herkesin ne yapacağını bilir. Cebriyye fırkası da, (Allah her işi
zorla yaptırır. İnsan kaderine mahkûmdur. Hiç kimse, işlediği
günahtan mesul değildir) der. Bu da çok yanlıştır. Herkes
yaptığından mesuldür. İyilik eden mükâfatını, kötülük eden cezasını
görür. Zerre kadar hayır ve şer işleyen, karşılığını alır. (Tekvir 14,
Zilzal 7,8)
İyi kimse, iyilik yapmak isterse, Allahü teâlâ, irade edip yaratır.
Böyle kimseden hep iyilik meydana gelir. Kötü kimse, kötülük
yapmak isteyince, Allahü teâlâ da irade eder ve yaratır. Böyle
kimse, iyilik yapmak istemediği için bundan hep kötülük hasıl olur.
İnsan irade-i cüziyyesini kullanarak iyilik yaratılmasını isterse sevap,
kötülük yaratılmasını isterse günah kazanır. İnsan günah işlerse
cezasını, sevap işlerse mükâfatını görür. İnsan yaptığı işleri kendi
yaratmıyor. İrade-i cüziyye ile yapılan işlerin yaratıcısı yani hayrın ve
şerrin yaratıcısı Allahü teâlâdır. Hayrın ve şerrin Allah’tan olduğunu
inkâr etmek, “İntihar eden takdir-i ilahiyi değiştirir” demek küfürdür.
Allahü teâlâ, onun intihar edeceğini elbet bilir. (Yaratan hiç bilmez
mi?) buyuruyor. Allah’ın verdiği ömrü kimse değiştiremez. Allahü
teâlâ buyurdu ki:
(Allah’ın takdir ettiği ecel gelince, artık ertelenmez.) [Nuh 4]
(Sizi yaratan, sonra ölüm zamanını takdir eden ancak
Odur.) [Enam 2]
(Her ümmetin bir eceli vardır, gelince ne bir an geri kalır, ne
de bir an ileri gider.) [Araf 34]
Kader ne demek?
Sual: (İşçi kaderine terk edilemez, işi kadere bırakmamalı, işi
Allah’a kaldı) gibi sözler söyleniyor. Kader, insanların elinde midir?
CEVAP
Kader kelimesi yanlış kullanılıyor. Tesadüf yerine kullanılıyor.
(İşi tesadüfe bırakmamalı) denir. Fakat (İşi kadere bırakmamalı)
denmez. Kader, Allahü teâlânın ezeli ilmi ile, kulların yapacakları
şeyleri bilmesidir. Allahü teâlânın ilmine kimse müdahale edemez.
(İşi Allah’a kaldı) sözü de hoş değildir. İyi kötü her iş, Allahü teâlânın
dilemesi ile olur. Hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmak, imanın
esaslarındandır. (Onun işi elimizde idi, fakat şimdi Allah’a kaldı)
demek yanlış olur. Her iş, her zaman Allahü teâlânın dilemesi ile
olur.
Yazarın biri (Ya Rabbi, Boşnaklar ve Çeçenler muvaffak
olamadı. Artık iş sana kaldı) diye dua ettiğini yazmış. Daha önce iş
kimin elindeydi? Her iş, her zaman Allahü teâlânın elindedir. Hiç
kimse, Ona aykırı iş yapamaz. Kaza ve kaderi bilmeyenler, böyle
hata ediyorlar.
“Kader mahkûmu” ne demek?
Sual: Cezaevindeki hapislere kader mahkûmu veya kader
kurbanı demek caiz midir?
CEVAP
Hayır ve şer, yani her şey Allahü teâlânın takdiriyle olduğu için,
hapse düşmeyi kaderden bilmekte mahzur yoktur, ancak suçu
kadere yüklemek caiz değildir. İçki içip veya başka günah işleyip,
(Ne yapayım kaderim böyleymiş, alnıma böyle yazılmış) diyerek,
suçu kadere yani Allahü teâlâya yüklemek asla caiz olmaz. Bunun
gibi, kızıp birisini öldüren kimsenin de, (Ne yapayım, kaderim
böyleymiş, kader kurbanıyım) diyerek, suçu kadere yani Allahü
teâlâya yüklemesi caiz olmaz. Bu bakımdan kader kurbanı demek
caiz olmadığı gibi, kader mahkûmu demek de caiz olmaz.
Kader, insanın ömür boyu neler yapacağını, Allahü teâlânın
ezeli ilmiyle bilmesi demektir, yoksa bize zorla yaptırması demek
değildir. Bu bakımdan kader mahkûmu tabirini kullanmamalıdır.
Sual: (Milletin kaderini değiştireceğiz, milletin kaderi bu değildir)
gibi sözler söyleniyor. Mehmet Akif de, bir şiirinde (Kadermiş, öyle
mi? Hâşâ! Bu söz değil doğru/Belanı istedin, Allah da verdi,
doğrusu bu) diyor. Meydana gelen bir şey için, kader değildir
demek, kaderi inkâr olmaz mı?
CEVAP
Bu sözler, kaderi bilmemekten kaynaklanıyor. Kadere iman,
Amentü'nün altı şartından biridir. İnkâr eden küfre girer. Özellikle
mutezile fırkası, (İnsan kendi kaderini kendi çizer) diyerek Allahü
teâlâdan olan kaderi inkâr ediyor. Kadere iman eden
Müslümanların, tehlike karşısında tedbir almadıkları sanılıyor,
kaderci deniyor. Tevekkül de böyle yanlış anlaşılıyor. Tevekkül
eden, tedbir almaz, sebeplere yapışmaz zannediliyor. Hâlbuki
tevekkül, gerekenleri yaptıktan, tedbir aldıktan sonra sebeplere
değil, sadece Allahü teâlâya güvenmek, sebeplerin tesir etmesini
Allah'tan beklemek demektir. Kader ise, olacak şeylerin hepsini,
ezelî ilmiyle Allahü teâlânın bilmesi, kaza da zamanı gelince bunları
yaratması demektir. Kadere imanın, tedbir alıp almamakla alakası
yoktur. Bir kimsenin yaptığı çürük bina depremde yıkılsa, sağlam
bina yapanınki yıkılmasa, Allahü teâlâ, birinin yıkılacağını, ötekinin
de yıkılmayacağını bilir. Zamanı gelince de bunlar, meydana gelir.
İşte kaza ve kader budur.
Tedbir almayanın başına bir iş gelince, bu kader değildir demek,
kaderi inkâr etmek veya kaderi bilmemek demektir. Suçlu veya
suçsuz, sarhoş veya ayık bir kimse trafik kazası yapsa, bu da
kaderdendir. Sarhoşun kaza yapması kaderdendir. İntihar edenin
yaptığı iş de kaderdendir. Yani bunların hepsinin olacağını Allahü
teâlâ ezelî ilmiyle bilir. Başa gelen, iyi kötü her şey, kaderdendir.
Kaderin dışında bir iş olmaz. Bu, imanın altı şartından biridir, inkâr
edilmesi insanı küfre sürükler. Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kadere iman etmedikçe, başa gelecek olanın asla
şaşmayacağına, başa gelmeyecek olanın da asla
gelmeyeceğine inanmadıkça, hiç kimse iman etmiş sayılmaz.)
[Tirmizi]
(Kadere inanmayan, imanın gerçeğine erişmez.) [Nesai]
(Kaderi inkâr edenin İslam'dan nasibi yoktur.) [Buhari]
(Kaderi inkâr edene, bütün peygamberler lanet eder.)
[Taberani]
(Ahir zamanda, kaderi inkâr edenler çıkacaktır.) [Tirmizi]
Görüldüğü gibi Peygamber efendimiz, ahir zamanda kaderi
inkâr edenlerin çıkacağını bildirmiştir.
İrade, imtihan ve kader
Sual: (İnsanın iradesiyle yaptığı şeyler kader, diğerleri
imtihandır. Mesela insanların göçük altında kalması, kader değil
imtihandır) demek doğru mudur?
CEVAP
Hayır, yanlıştır. Olaylar, ister insanın iradesiyle olsun, ister
olmasın, yine kaderle olur. Hiçbir ihmal olmadan, kendiliğinden
maden ocağının patlaması kader olduğu gibi, insanların kendi
iradesiyle patlatması da kaderdir. Yani her olay kaderdir. Kader yani
Allahü teâlânın takdiri dışında bir şey olmaz.
Olmasaydı ölmezdi
Sual: Herhangi bir sebeple ölen bir kimse için, (O sebep
olmasaydı ölmezdi) mesela, (Trafiğe çıkmasaydı veya deprem
olmasaydı yahut bomba patlamasaydı ölmezdi) diyenler olduğu gibi,
(Trafiğe çıkmasa da, deprem olmasa da, bomba patlamasa da, o
kişi mutlaka başka bir sebeple ölecekti) diyenler oluyor. Bunların
hangisi doğrudur?
CEVAP
Her ikisi de yanlıştır. Ölen veya öldürülen kimsenin, ne maksatla
ve nasıl öleceğini veya öldürüleceğini Allahü teâlâ ezeli ilmiyle bildiği
için, kaderini o şekilde yaratmıştır. Bu, değişikliğe uğramaz. O kişi
için (Ölmezdi) veya (Başka sebeple ölürdü) demek yanlış olur. O iş
olmuş, bitmiştir. (Şöyle olsaydı ölmezdi) denmez.
Bir de, (Allah öyle yazdığı için öldü veya öldürüldü) diyerek suçu
Allah'a yüklemek de yanlış olur. Allahü teâlâ, neler olacağını, nasıl
öleceğini bildiği için, olacak şeyi onun kaderine yazmıştır. Seyyid
Abdülhakim Arvasi hazretleri, (Kader, Allahü teâlânın ezeli ilmiyle
bilmesidir, zorla yaptırması demek değildir) buyuruyor. Kimin trafik
kazasında, kimin depremde, kimin bomba patlamasıyla, kimlerin ise
kalb krizinden veya başka bir sebeple öleceği ezelde yazılmıştır, o iş
mutlaka meydana gelecektir. (Şöyle olsaydı meydana gelmezdi)
demek yanlış olur.
Herkes istediği trene binebilir
Sual: Eğer kimin Cehenneme gideceğini Allah biliyorsa, niye
emirler ve yasaklar bildirdi? Hayrı ve şerri Allah yaratıyorsa, şer
işlerimizden niçin sorumlu oluyoruz?
CEVAP
Hayır ve şer, Allahü teâlânın yaratması iledir. Sevap ve günah
insanın irade-i cüziyyesine bağlı kılınmıştır ki, buna kesb denir.
Kesb kuldan, yaratmak Allah’tandır. Bir âyet-i kerime meali:
(Zerre kadar iyilik ve kötülük yapan, karşılığını görecektir.)
[Zilzal 7,8]
Allahü teâlâ, insanlara zorla günah işletmez. Diyelim ki,
önümüzde iki tren var. Garda şunlar yazılıdır:
(Sağ yoldaki trene binen, sonsuz mutluluk diyarı olan Cennete
gider. Soldaki trene binen sonsuz azap diyarı olan Cehenneme
gider. Sağ yoldan gidenin bazı şeyler yapması ve bazı şeylerden
kaçması gerekir. Mesela namaz, oruç gibi dinin emirlerine uyması
ve günahlardan sakınması gerekir. Soldan giden ise, yol boyu sıkıntı
görmez. Onun için hiçbir yasak yoktur. Hiçbir şey yapmaya da
mecbur değildir. Ama yol bitince sonsuz sıkıntılara maruz
kalacaktır.)
Yolcu, hür iradesiyle, gideceği yerin biletini alır. İstediği trene
biner. Son istasyona varmadan, fikir değiştirebilir, dönüş yapabilir.
Sağ yoldan giden trenden inip, sol yoldan giden trene binenler
çıkabildiği gibi, sol yoldan giden trenden inip, sağ yoldan giden trene
binenler de çıkabilir.
Görüldüğü gibi, insan serbesttir. İstediği trene binip, istediği
diyara gidebilir. Ama onu götüren bir araç var. Tren götürüyor onu.
Treni yürüten de birisi var. İnsanları mutluluk diyarına da, azap
diyarına da götüren trendir. İşte bütün işleri, yani hayrı ve şerri Allah
yaratır demek, kula o işi işleme gücünü veren Allah demektir.
Örneğimizdeki tren olmasaydı, insan çok uzun olan bu yolculuğa
çıkamazdı. Kendi irade-i cüziyyesi ile azap diyarına giden kimsenin,
(Bu diyara tren seferi düzenlemeseydiniz, biz de buraya gelmezdik)
diyerek, tren işletmesini suçlaması doğru olmaz. Çünkü bu trene hiç
kimse zorla bindirilmediği gibi, üstelik binerken de, yolda da, son
ana kadar gerekli ikazlar yapılmaktadır. Herkes, kendi arzusu ile
işlediği hayır veya şerrin karşılığını görecektir.
(Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir)
mealindeki âyetleri gösterip, “Bizim sapıklıkta kalmamız Allah’ın
dilemesiyle olduğuna göre, Allah’ın bizleri, sapık diye suçlamaya
hakkı olmaz” ve “Hayrı ve şerri Allah yarattığına göre, yaptığımız
kötü işlerden sorumlu olmayız” diyenler çıkıyor. Suçlarını Allah’a
yüklemeye çalışıyorlar. Kur’an-ı kerimi anlamak öyle kolay değildir.
Öyle olsa idi, Allahü teâlâ, (Resulüm, Kur’anı insanlara açıkla)
diye emretmezdi. Bazı âyetler, bazısını açıklar. Bir âyet meali
şöyledir:
(Allah, iman edenleri dünya ve ahirette sapasağlam tutar,
zalimleri ise saptırır.) [İbrahim 27]
Demek ki, iflah olmayanlar yani kurtuluşa ermeyenler, zalimler,
hainler ve bunun gibi kötü kimselerdir. Allahü teâlâ, iyiliği ve
kötülüğü, insanların irade etmesi, dilemesi ile yaratır. Namaz kılana
da, hırsızlık edene de mani olmaz. Onlara namaz kılma ve hırsızlık
etme gücünü veren de Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ, dilerse, bir
kimseyi layık olmadığı halde, hidayete kavuşturabilir. İyi kimseyi ise
asla sapıklıkta bırakmaz. Zalim, hain bir kimseyi ise, adaletinin
gereği olarak sapıklığa düşürür. Bir iyilik yapana on katı, yüz katı,
bin katı sevap verebilir. Ama genelde bir günah işleyene bir ceza
verir. Sevap ve günah işlemek, insanların irade-i cüziyyesine bağlı
kılınmıştır. Hâşâ Allahü teâlâ, insanlara zorla günah işletmez. Zorla
günah işletse, yarın “Niye günah işledin?” diye sorar mı hiç?
Allahü teâlâ onlara zulmetmez
Sual: Bazı kimseler, her şeyi bize Allah işletiyor. Bizim bunda
suçumuz yok. Alnımıza ne yazılmışsa onu görüyoruz diyorlar. Bu
fikir doğru mudur?
CEVAP
Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:
Hayır ve şerrin yaratılmasında, insanın iradesinin ve ihtiyarının
da tesiri vardır. İnsan bir şey yapmak ister, Allahü teâlâ da dilerse, o
şeyi yaratır. İnsanın iradesine, dilemesine (kesb) denir. Demek ki,
insanların yaptığı her hareket, her iş insanın kesbi ve Allahü
teâlânın yaratması iledir. Adam öldürene kıyamette azap yapılması,
onu kesb ettiği içindir. Cebriyye denilen kimseler ise, insanın
kesbini, iradesini inkâr ederek, (İnsan istese de, istemese de her
hareketini, her işini Allah yaratır. İnsanın her işi, ağaç yapraklarının
rüzgârdan sallanması gibidir. Her şeyi Allah zorla yaptırıyor. İnsan
hiçbir şey yapamaz) dediler. Böyle söylemek küfürdür. Elin, ayağın
titremesi ile, irade ederek hareket ettirilmesi, bir olur mu? Kur'an-ı
kerimde mealen buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, onların yaptıklarının hepsini soracaktır.) [Hicr
92, 93]
(İsteyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. İnkâr edenlere
Cehennem ateşini hazırladık.) [Kehf 29]
(Allahü teâlâ, onlara zulmetmez. Onlar, kendilerine
zulmediyorlar.) [Nahl 33]
Allahü teâlâ kerimdir, merhameti sonsuzdur. İnsanlara hep
faydalı olan şeyleri, yapabilecekleri kadar emretmiştir. Zararlı
olanları yasak etmiştir.
Bekara suresinin 286. âyetinde mealen, (Allahü teâlâ
insanlara kolay yapacakları şeyleri emretti) buyuruluyor. İnsanda
irade bulunmadığını söyleyenler, kendilerine itaat etmeyenlere,
sıkıntı verenlere niçin kızıyorlar? Oğullarını ve kızlarını niçin terbiye
etmeye uğraşıyorlar? Kötü yola düşerlerse onlara, niçin kızıyorlar?
Niçin, bunların iradesi yoktur, mecburdurlar diyerek, hoş
görmüyorlar?
Herkes, yaptığı kötülüğün cezasını görecektir. Kur'an-ı kerimde
mealen, (Rabbin elbette azap yapacaktır. Ondan kurtuluş
yoktur) buyuruldu. (Tur 7,
Kaderim böyle imiş demek
Sual: Kimisi, kötü birisi ile evleniyor, o kötü de kötülük yapınca,
“Ne yapayım kaderim böyle imiş” diyor. Kimisi gaza basıyor son
sürat giderken kaza yapıyor. “Ben ne yapayım alnımın yazısı böyle
imiş” diyor. Kimisi hırsızlık ediyor, mahkûm oluyor. “Ne yapayım
benim kaderim böyle kötü imiş” diyor. Kimisi, zararlı şeyler yiyip
içiyor, hastalanıp felç oluyor. “Ne yapalım kaderin önüne geçilmez”
diyor. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün… Bu insanların suçu kadere
yüklemeleri doğru mudur?
CEVAP
Elbette yanlıştır. Evet, kaderinde bunlar vardı; ama bunlara
kendisi sebep olmuştur. Çünkü kader, Allahü teâlânın, olacak şeyleri
ezelde bilmesidir. Kaza, kaderde bulunan şeyleri, zamanı gelince
yaratmasıdır. Buna üç örnek verelim:
1- Bir film defalarca gösterilse, bunu önceden seyretmiş birisi,
ikinci, üçüncü defa seyrederken, (Baş roldeki oyuncu, attan
düşüp ölecek) dese, o dediği için mi filmdeki oyuncu ölüyor, yoksa,
söyleyen daha önce seyrettiği için mi biliyor? Allahü teâlâ da ezeli
ilmi ile kimin nerede nasıl öleceğini ve Cennete mi Cehenneme mi
gideceğini elbette bilir.
2- Takvimlere, bir yıl içinde güneşin ne zaman doğup, ne zaman
batacağı, hesaplanarak yazılıyor. Güneş, takvimde bildirilen
saatlerde doğup batar. Güneş, takvime öyle yazıldı diye bilinen
saatlerde doğup batmaz. Takvime yazılması, güneşin doğmasını ve
batmasını etkilemez. Allahü teâlâ da insanların başlarına ne
geleceğini bildiği için, bunları levh-i mahfuza yazmıştır.
3- Bir öğretmen, daha önceki birçok tecrübesine dayanarak, çok
tembel bir öğrencisi için, (Bu öğrenci bu sınavı kazanamaz) diye
bir deftere yazsa, yazılan yazı, o öğrencinin sınavını etkilemez.
Öğrenci imtihanı kazanamayınca, (Sen deftere yazdığın için ben
imtihanı kazanamadım) diye suçu öğretmene yüklemesi yanlış olur.
Allahü teâlâ yanlış iş yapmaz. Herkes yaptığından sorumludur.
Ebüssüud efendi buyuruyor ki:
Yapılacak her işi, Allahü teâlâ, ezelde biliyordu. Fakat, insanın
iyiliği, kötülüğü, Cennetlik, Cehennemlik olacağı, son nefeste belli
olur. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Bir kimse, bütün ömrü boyunca Cehenneme götürecek
günahlar işler. Fakat ömrünün son günlerinde, Cennete
götürecek iyilikler yaparak, Cennete gider.) [Buhari]
Belli bir kâfirin ebedi kâfir kalıp kalmayacağını Allahü teâlâ bilir.
Bunun muhakkak kâfir kalacağını, kimse söyleyemez. İlim, maluma
tâbidir. Allahü teâlâ, olacak şeyleri, olacağı için biliyor. Kur'an-ı
kerimde haber verilen şeyler de, olacakları için bildiriliyor. Bir
ressamın, at resmi yapması, at o şekilde olduğu içindir. Yoksa, atın
o şekilde olması, ressam öyle yaptığı için değildir. Allahü teâlânın,
bazı kimselerin imana gelmeyeceklerini bilmesi ve Kur'an-ı kerimde
haber vermesi, onlar, kendi arzuları ile küfür üzere kalmayı niyet
edip, iman etmek istemedikleri içindir. Yoksa bunların kâfir olması,
Allahü teâlânın bunları kâfir bildiği ve haber verdiği için değildir.
İbadete lüzum var
Sual: Yaptığım ve yapacağım işler önceden takdir edilip
yazıldığına göre, iş yapmanın ne önemi var?
CEVAP
Eshab-ı kiramdan bir zat da aynı suali sormuştu. Peygamber
efendimiz buyurdu ki:
(Herkes, kendi işine hazırlanır.) [Müslim, Tirmizi]
Aynı suali soran Hazret-i Ömer’e de buyurdu ki:
(Herkes önceden takdir edilmiş olan işlere hazırlanır.
Saadet ehlinden olan, saadet için çalışır; şekavet ehlinden olan
da şekavet için çalışır.) [Tirmizi]
Aynı suali soran, başka birine de, Şems suresini okudu. İlgili
kısmın meali şöyle:
(Cenab-ı Hak, hayrı ve şerri [taat ve günahı] ve bu ikisinin
hallerini öğretip bunlardan birini yapabilmesi için, insana
ihtiyar [tercih hakkı, irade-i cüziyye] verdi. Nefsini tezkiye eden
[kötülüklerden temizleyip faziletlerle dolduran] kurtuldu. Nefsini
günahta, cehalette, dalalette bırakan, ziyan etti.) [Şems 8-10
Beydavi]
İnsan, irade-i cüziyyesini kullanmakta serbesttir, mecbur
değildir. Yani irade-i cüziyye, iyiliğe kullanılırsa Allahü teâlâ iyilik
yaratır, kötülüğe kullanılırsa, kötülük yaratır. Kul irade-i cüziyyesini
kullanıyor, Allahü teâlâ da yaratıyor. (İrade-i cüziyye risalesi
M.Akkermani)
Zalimler iflah olmaz
Sual: İbrahim suresinin, (Allah, dilediğini saptırır, dilediğini
de doğru yola iletir) mealindeki 4. âyeti ile aynı anlamda âyetler
vardır. Bizim sapıklıkta kalmamız Allah’ın dilemesiyle olduğuna
göre, Allah’ın bizleri, sapık, kâfir diye suçlaması uygun olur mu? Bir
de hayrı ve şerri Allah yarattığına göre, yaptığımız kötü işlerden
niçin mesul oluyoruz?
CEVAP
Kur’an-ı kerimi anlamak öyle kolay değildir. Öyle olsa idi, Allahü
teâlâ, (Resulüm, Kur’an-ı kerimi insanlara açıkla) diye
emretmezdi. Bazı âyetler, bazısını açıklar. Mesela buyuruluyor ki:
(Allah, dilediğini saptırır, hakka yöneleni de doğru yola
eriştirir.) [Rad 27]
(Elbette zalimler iflah olmaz.) [Kasas 37]
Demek ki, iflah olmayanlar yani kurtuluşa ermeyenler, zalimler,
hainler ve bunun gibi kötü kimselerdir. Allahü teâlâ, iyiliği ve
kötülüğü, insanların irade etmesi, dilemesi ile yaratır. Namaz kılana
da, hırsızlık edene de mani olmaz. Onlara namaz kılma ve hırsızlık
etme gücünü veren de Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ, dilerse, bir
kimseyi layık olmadığı halde, hidayete kavuşturabilir. İyi kimseyi ise
asla sapıklıkta bırakmaz. Zalim, hain bir kimseyi ise, adaletinin
gereği olarak sapıklığa düşürür. Bir iyilik yapana on katı, yüz katı,
bin katı sevap verebilir. Ama genelde bir günah işleyene bir ceza
verir. Sevap ve günah işlemek, insanların irade-i cüziyyesine bağlı
kılınmıştır ki, buna kesb denir. Kesb kuldan, yaratmak Allah’tandır.
Allahü teâlâ, insanlara zorla günah işletmez. Hâşâ zorla günah
işletse, yarın “Niye günah işledin?” diye sorar mı hiç? Kur’an-ı
kerimde de mealen buyuruluyor ki:
(İnsan, önceden ne hazırladığını görecektir.) [Tekvir 14]
(Kıyamet günü adalet terazileri kurarız. Hiç kimse haksızlığa
uğratılmaz. Hardal tanesi kadar iyilik eden, karşılığına kavuşur.)
[Enbiya 47]
Allahü teala dilerse
Sual: Bir arkadaş, (Allahü teala, kullarını cehennemde
yakmak istemez, kullar layık olduğu için cehenneme atıyor)
dedi. Diğer bir arkadaş da, (Allahü teâlânın istemediği olmaz,
Onu hâşâ mecbur eden mi var? İstemezse hiç birini yakmaz.
Demek ki istiyor) dedi. Hangisi doğru?
CEVAP
Bu, kaza kader konusudur. Birkaç kelimeyle izah edilmez. Bir
kul, bir şey yapmak isteyince, Allahü teâlâ da dilerse o işi yaratır.
Kul dilemezse, Allahü teâlâ da dilemez ve o şeyi yaratmaz.
Cehenneme gidenler, kendileri istedikleri için gidiyorlar. Hâşâ Allah
onlara zulmetmiyor. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlânın feyzleri, nimetleri, ihsanları, yani iyilikleri, her an,
insanların iyisine, kötüsüne, herkese gelmektedir. Rabbimiz,
herkese mal, evlat, rızık, hidayet, irşad ve selamet ve her iyiliği, fark
gözetmeden göndermektedir. Fark, bunları kabulde, alabilmekte ve
bazılarını da alamamak suretiyle, insanlardadır. Bir ayet-i kerime
meali:
(Allahü teâlâ onlara zulmetmedi. Onlar [küfre girerek]
kendilerine zulmettiler.) [Nahl 33]
İnsanlarda ihtiyar, yani seçmek kuvveti bulunmasaydı, Allahü
teâlâ bu âyet-i kerimede, (Onlar, kendilerine zulmettiler) demezdi.
(Mektubat-ı Rabbani)
Hâşâ zulmetmez kuluna Hudası,
Herkesin çektiği kendi cezası...
Ecel ve takdir
Sual: Herkesin ecelini Allah takdir ettiğine göre, başkasını
öldüren veya intihar eden kimse niye suçlu oluyor?
CEVAP
Allahü teâlâ elbette kimin ne zaman ve nasıl öleceğini, intihar
edip etmeyeceğini, kimin kimi öldüreceğini bilir. Bilmeyen de zaten
ilah olamaz. Allahü teâlâ, kimin Cennete, kimin Cehenneme
gideceğini de biliyor. Allah’ın bilmesi demek, o işi zorla yaptırması
demek değildir. Mesela, takvimlere, bir yıl içinde güneşin ne zaman
doğup, ne zaman batacağı, hesaplanarak yazılır. Güneş, takvimde
bildirilen saatlerde doğup batar. Güneş, takvime öyle yazıldı diye
bilinen saatlerde doğup batmaz. Aksine, güneş o saatte doğacağı
için, takvime yazılır. Bir kimsenin ne yapacağını, ne zaman ve nasıl
öleceğini, cennetlik mi, cehennemlik mi olduğunu Allahü teâlâ
elbette bilir. Bu, kaderine yazılır. İnsan kaderine yazıldığı için o işi
işlemiyor. Ne iş işleyeceği bilindiği için, kaderine o iş yazılıyor.
Falanca intihar edecek, falanca falancayı öldürecek, falanca şu
günahı işleyecek diye bilindiği için yazılıyor. Onun için, günah
işleyen, günahından sorumlu oluyor. Adam öldüren, katilliğinden
sorumlu oluyor. İntihar eden, intiharından sorumlu oluyor.
Kader nedir?
Sual: Alnımıza yazılan kader, bizim iyi veya kötü iş yapmamızı
engeller mi?
CEVAP
Hayır engellemez. Kader, bizim kendi isteğimizle işleyeceğimiz
işlerin veya başımıza gelecek olayların Allahü teâlâ tarafından
bilinmesi demektir. Allahü teâlâ, (Şu kul, kendi isteğiyle şu işleri
yapacaktır veya falanca yerde şu olaylar başına gelecek yahut şu
sebeple ölecektir) diye kaderine yazıyor. Yani iyi veya kötü işi kendi
irademizle yapıyoruz, yahut amelimizle o işe maruz kalıyoruz.
Herhangi bir sebeplerle trafik kazasında öleceksek, maganda
kurşununa maruz kalacaksak, depremde hayatımızı
kaybedeceksek, bunlar da önceden kaderimize yazılmıştır.
Kaderimizde olduğu için ölmüyoruz, öleceğimiz bilindiği için
kaderimize yazılıyor. Yine bunun gibi, kötü bir kimse, kaderinde
yazılı olduğu için o kötü işleri yapmıyor. Aksine, o kötü işleri
yapacağı bilindiği için, kaderine yazılıyor. Bu inceliği iyi anlamalıdır.
Bunu bilmeyen ve kötü işler çeviren kimseler, (Ne yapalım, alın
yazımız böyleymiş) diyerek kendilerini temize çıkarmak için kaderi
suçlamaya çalışıyorlar. Kaderin suçu olmaz. Kader, olacak her şeyin
Allahü teâlâ tarafından bilinmesi ve takdir edilmesidir. Zamanı
gelince bu şeylerin meydana çıkmasına da kaza deniyor. Hayır veya
şer de, elbette Allahü teâlâ tarafından yaratılıyor. Kötü şeyleri o
yaratmaz demek yanlıştır. Tek yaratıcı Allah’tır, başka yaratıcı
yoktur.
Dilemek ve razı olmak
Sual: Allah, her şeyi dileyip yaratıyorsa, kötü olan işleri niye
dileyip yaratıyor?
CEVAP
Her şeyi yaratan Allahü teâlâ ise de, kullarına irade-i cüziyye
vermiştir. Kul, bu iradesinde serbesttir. Günah işlemeye mecbur
değildir. Kulun, kendi serbest iradesine göre, yapmak istediği iyi
veya kötü isteklerinin de, yaratıcısı Allahü teâlâdır. Kulun isteğine
göre yarattığı için, suçu Allahü teâlâya yüklemek yanlıştır. Cebriye
fırkası suçu Allah’a yüklemiştir, Mutezile de, Allah bizim işlerimize
karışmaz demiştir. Ehl-i sünnet orta yoldur.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, hayrı ve şerri, iyiyi ve kötüyü irade eder, diler ve
yaratır. İyilerin de, kötülerin de yaratanı Odur; fakat iyiliklerden razı;
kötülüklerden razı değildir, yani beğenmez. İrade etmek [dilemek]
başkadır, rıza başkadır. Aralarındaki farkı, yalnız Ehl-i sünnet
âlimleri anladı; diğer 72 bid’at fırkası, bu farkı anlayamayıp, dalâlete
saplandı. (1/266)
Kâfirlerin iman etmesi
Sual: Allah herkesin iman etmesini emrediyor da, niçin kâfirlerin
iman etmesini irade etmiyor, dilemiyor?
CEVAP
Allahü teâlâya, yaptığı şeyleri beğenmeyerek, bunların sebebi
sorulmaz.
Allahü teâlâ, ileride olacak her şeyi, ezelde, sonsuz geçmişte
biliyordu. İlmi, olacak şeylere tâbidir. Yani nasıl olacaklar ise, öylece
bilmiştir. Öyle olacakları için öyle bilmiştir. Yoksa öyle bildiği için,
öyle olmaya mecbur olmuyorlar.
İşte, Allahü teâlânın iradesi, bu ilmine uygun oluyor. Kudret ve
tekvin sıfatları da, iradesine uygun oluyor.
Allahü teâlânın âdet-i ilahiyesi şöyledir ki, her şeyi sebep ile
yaratmaktadır. İnsanların iradelerini de, bunların iyi ve kötü işlerini
yaratmaya sebep kılmıştır.
İmanı, hayrı, sevabı kullarına bildirmek için Peygamberler
gönderdi. İman etmeyi ve ibadet ve iyilik yapmayı emretti. Küfrü ve
günah işlemeyi, kötülük yapmayı yasak etti. İnsanlara akıl verdi. Aklı
olana emretti. Akıl vermediklerini de sorumlu tutmadı.
Kâfirin suçu nedir?
Sual: Allah’ın, dilediğini hidayete kavuşturacağını, dilediğini
sapıklıkta bırakacağını bildiren birçok âyet vardır. Demek ki, Allah
dilese, herkesi Müslüman yapar. Dünyada yaşayan birçok dinsize
niçin iman nimetini nasip etmiyor? Dinsizlerin bunda suçu var mı?
CEVAP
Bu hususta imam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlânın feyzleri, nimetleri, ihsanları, yani iyilikleri, her an,
insanların iyisine, kötüsüne, herkese gelmektedir. Rabbimiz,
herkese mal, evlat, rızk, hidayet, irşad ve selamet ve her iyiliği, fark
gözetmeden göndermektedir. Fark, bunları kabulde, alabilmekte ve
bazılarını da alamamak suretiyle, insanlardadır. Kur'an-ı kerimde
mealen, (Allahü teâlâ, kullarına zulmetmez, haksızlık etmez.
Onlar, kendilerini azaba, acılara sürükleyen bozuk düşünceleri,
çirkin işleri ile kendilerine zulüm ve işkence ediyorlar)
buyurulmaktadır.
Nitekim Güneş, hem çamaşır yıkayana, hem de çamaşırlara,
aynı şekilde, parlamakta iken, çamaşır yıkayanın yüzünü yakıp
karartır, çamaşırlarını ise beyazlatır.
Bunun gibi, elmaya ve bibere aynı şekilde parladığı halde,
elmayı kızartınca tatlılaştırır. Biberi kızartınca acılaştırır. Tatlılık ve
acılık hep Güneşin ışıkları ile ise de, aralarındaki fark, Güneşten
değil, kendilerindendir.
İnsanın, ahiretteki nimetlere nail olmaması, ondan yüz çevirdiği
içindir. Yüz çeviren, elbette bir şey alamaz. Ağzı kapalı kap, nisan
yağmuruna elbette kavuşamaz. Evet, yüz çeviren birçok kimsenin,
dünya nimetleri içinde yaşadığı görülüp, mahrum kalmadıkları
zannedilir ise de, bunlar, dünya için çalışmalarının karşılığını
almaktadır. Yalnız dünya için çalışanlara verdiği dünyalıklar
hakikatte azap ve felaket tohumlarıdır. Bunlar, nimet şeklinde
görülen musibetlerdir.
Nitekim, (Kâfirler, mal ve çok evlat gibi dünyalıkları
verdiğimiz için, kendilerine iyilik ettiğimizi mi sanıyorlar?
Peygamberime inanmayıp din-i İslamı beğenmedikleri için,
onlar mükâfatlandırdığımızı mı zannediyorlar? Hayır, öyle değil,
aldanıyorlar. Bunların nimet değil, musibet olduğunu
anlamıyorlar) mealindeki âyet-i kerimede görüldüğü gibi, Haktan
yüz çevirene verilen dünyalık, hep felakettir. Şeker hastasına verilen
tatlı gibidir. (1/64)
Kalb, nefse uyup, küfür veya günah yapmak isteyince, Allahü
teâlâ, bu kula acırsa, küfür ve günah işlemesini istemez. O da,
yapamaz. Acımazsa, işlemesini ister ve yaratır. Karşılığını da verir.
O halde insanın azaplara, felaketlere sürüklenmesine sebep,
kendisidir. Kalbinin dine uymayıp, nefsine uymasıdır.
Kâfire iyilik etmek
Sual: Tam İlmihal’de, Besmelenin manası açıklanırken, (Her
var olana, onu yaratmakla iyilik etmiş ve varlıkta durdurmakla, yok
olmaktan korumakla iyilik etmiş olan...) deniyor. Kâfir olarak
dünyaya gelip, kâfir olarak ölen bir kişinin dünyaya gelmesini
düşündüm ve buradaki, her var olana, yaratılmakla iyilik edilmiş
sözünü anlayamadım. Bir de her an yok olmaktan korumak kâfirler
için niye bir iyilik olsun ki?
CEVAP
Kâfir olarak kimse dünyaya gelmez. Herkes Müslümanlığa
elverişli olarak dünyaya gelir. Bunu Peygamber efendimiz
bildirmiştir. Yani bir kâfir çocuğu da Müslümanlığa elverişli olarak
doğuyor. Bu onun için bir şanstır, ona bir iyilik edilmek isteniyor,
kabul edip etmemesi onun bileceği iştir.
Kâfir çocuğu da kâfir olarak büyümüşse suç kendisindedir.
Çünkü Allahü teâlâ ona akıl vermiştir. Aklını doğru yolda
kullanmazsa suç Allahü teâlânın olmaz.
Allahü teâlâ, kâfire akıl veriyor, iman etmesi için mühlet veriyor,
sebepler yaratıyor, bu iyilik değil mi?
Kader değişir mi?
Sual: Dua ile kader değişir mi? (Allah yazdıysa bozsun)
deyimindeki mana nedir? Dua etmeyi dilemek de kaderden mi?
Kaderin ömrü nereye kadardır? Ezeli mi, yoksa ebedi mi? Kaderin
de bir kaderi var mı?
CEVAP
Önce kaza ve kader ile çeşitlerini bilmek gerekir.
Kader, Allahü teâlânın, olacak şeyleri ezelde bilmesidir. Kaza,
kaderde bulunan şeyleri, zamanı gelince yaratmasıdır. Yani kader,
maaş bordrosu gibidir. Kaza ise, bu maaşın dağıtılmasıdır. Allahü
teâlâ, herkesin ne yapacağını, nerede nasıl öleceğini bilir. Buna,
kader, kısmet, baht, nasip, talih, yazgı, alınyazısı deniyor.
Bir film tekrar tekrar gösterilse, bunu önceden seyretmiş birisi,
ikinci, üçüncü defa seyrederken, (Baş rolde oynayan oyuncu, attan
düşüp ölecek) dese, o dediği için mi filmdeki oyuncu ölüyor, yoksa,
söyleyen daha önce seyrettiği için mi biliyor?
Takvimlere, bir yıl içinde güneşin ne zaman doğup, ne zaman
batacağı, hesaplanarak yazılıyor. Güneş, takvimde bildirilen
saatlerde doğup batar. Güneş, takvime öyle yazıldı diye bilinen
saatlerde doğup batmaz. Takvime yazılması, güneşin doğmasına ve
batmasına tesir etmez. Allahü teâlâ da insanların başlarına ne
geleceğini bildiği için, bunları levh-i mahfuza yazmıştır. Bir âyet
meali şöyledir:
(Allah her canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı
mekânı bilir. Hepsi açık bir kitapta [levh-i mahfuzda]dır.) [Hud 6]
Kaderin değişeni de, değişmeyeni de vardır. Mesela
değişmeyen ecele, ecel-i müsemma denir. Bir âyet-i kerime meali
şöyledir:
(Ecel bir an gecikmez ve vaktinden önce de gelmez.) [Araf
34]
İnsanın işine göre, ömrü ve rızkı değişebilir. Kur’an-ı kerimde
mealen buyuruluyor ki:
(Allah, dilediğini siler, dilediğini değiştirmez. Ümm-ül-kitab
[levh-i mahfuz] Ondadır.) [Ra’d 39]
Ümm-ül kitap, ezeli olan kelam-ı İlahinin yazılı olduğu kitaptır.
Melekler, bunu anlayamaz. Zamanlı değildir. Allah’tan başka, kimse
bilmez. Hiç yok olmaz. Levh-i mahfuzda değişiklik olur. Bunu
melekler görür. İnsanın, işine göre, ömrü ve rızkı değişir. İyiler kötü,
kötüler iyi olarak değiştirilebilir. Bir başka âyet meali de şöyledir:
(Herkesin ömrü ve ömürlerin kısalması elbette kitapta
yazılıdır.) [Fatır 11]
Değişebilen kaza kadere kaza-i muallak denir. Bir kimse, iyi
amel yapıp duası kabul olursa, o kaza değişebilir. Hadis-i şeriflerde
buyuruldu ki:
(Kaza-i muallakı hiçbir şey değiştirmez. Yalnız dua
değiştirir.) [Hakim]
(Kader, tedbirle, sakınmakla değişmez. Ama kabul olan
dua, bela gelirken korur.) [Taberani]
(Sıla-i rahm ömrü uzatır.) [Taberani]
Kaderin levh-i mahfuzda yazılması kazadır. Bir kimseye takdir
edilen bela, kaza-i muallak ise, o kimsenin dua etmesi de takdir
edilmişse, dua eder, kabul olunca belayı önler. Duanın belayı
önlemesi de kaza ve kaderdendir. Şemsiye yağmura siper olduğu
gibi, dua da belaya siper olur.
Ecel-i müsemma değişmez ama; Ecel-i kaza değişebilir. Bir
örnek: İki kişi, Hazret-i Davud’a birbirini şikayet etti. Azrail
aleyhisselam gelip, (Bu iki kişiden birinin eceline bir hafta kaldı.
İkincisinin ömrü de, bir hafta önce bitmişti; ama ölmedi) dedi.
Hazret-i Davud, hayret edip sebebini sorunca cevaben dedi ki:
(İkincisinin bir akrabası vardı. Buna dargın idi. Bu gidip
onun gönlünü aldı. Bunun için Allahü teâlâ, bunun ömrünü 20
yıl uzattı.) [Levh-i Mahfuz ve Ümm-ül-kitab risalesi]
Cebriye ve mutezile
Sual: Kaderin imanın şartı olduğunu inkâr eden biri, (Resulullah
kadere imanla ilgili bir şey söylememiştir. Kader, imanın şartları
arasında sayılırsa, ne yapacağımız önceden takdir edilip yazıldığına
göre, bize günah işleten de Allah olur. Allah bizi niye cehenneme
gönderecek ki?) diyor. Buna nasıl cevap verebiliriz?
CEVAP
Kaderi inkâr eden, mutezile [kaderiye] fırkasıdır. (Yaptığımız iyi
kötü işlere Allah karışmaz) derler. (Allah bize zorla günah işletir)
diyen ise, cebriye [mürciye] fırkasıdır. İkisi de yanlıştır. Ehl-i sünnet
ikisinin ortasındadır.
Cebriye fırkası:
Bu fırka, (Bize imanı veren de ibadet ettiren de Allah’tır. Allah
her işi zorla yaptırır. İnsan kaderine mahkûmdur. Hiç kimse, işlediği
günahtan mesul değildir) diyerek şu mealdeki âyetleri delil olarak
gösteriyor:
(Allah, dilediğini hidayete kavuşturur, dilediğini dalalette
bırakır.) [İbrahim 4]
(Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündeki insanların hepsi iman
ederdi. O halde inanmaları için insanları zorlayacak mısın?
Allah’ın izni olmadıkça, hiç kimse, iman edemez.) [Yunus
99,100]
(Sizi de, yaptığınız işleri de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96]
Bu âyet-i kerimeler, kaderi, yani Allahü tealanın işlerimizi
yarattığını inkâr eden mutezileye gayet güzel cevaptır. Bu âyet-i
kerimelere rağmen, kader nasıl inkâr edilir ki?
Bu âyet-i kerimelerin açıklamasında, Muhammed Masum
hazretleri buyuruyor ki:
Hayrın ve şerrin yaratılmasında, işlediklerimizin yaratılmasında,
insanın irade ve ihtiyarının da tesiri vardır. İnsanın iradesine,
dilemesine kesb denir. İnsanın yapmak istediği işi, Allahü teâlâ da
dilerse, o şeyi yaratır. (2/83)
Demek ki, insanların yaptığı her hareket, her iş, insanın kesbi
ve Allahü teâlânın yaratmasıyladır. İnsan istiyor, Allahü teâlâ da
yaratıyor. Allahü teala yaratmıyor diyen mutezile sapık yoldadır.
Günümüzde bazı mutezile bozuntuları, kaderi cebriyenin anladığı
gibi göstererek inkâra çalışmaktadır.
Cebriye fırkası, insanın kesbini, iradesini inkâr ederek, (İnsan
istese de, istemese de her hareketini, her işini Allah yaratır. İnsanın
her işi, ağaç yapraklarının rüzgârdan sallanması gibidir. Her şeyi
Allah zorla yaptırıyor) dediler. Böyle söylemek küfürdür. Elin
titremesi başkadır; isteyerek oynatması başkadır. Bir âyet-i kerime
meali:
(İsteyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. İnkârcılara
Cehennem ateşini hazırladık.) [Kehf 29]
Allahü teâlâ zorla inandırırsa, niye (İsteyen iman etsin, dileyen
inkâr etsin) diyecek ki? Demek ki, Allahü teâlâ, insana bir irade
verdi. İnanmak da, inkâr etmek de, insanın elindedir.
Bir cebriyeci, kendisine saldırana kızmaz mı? Allah yaptırıyor
der mi? Mesela, Cebriyenin ensesine bir tokat vursak, (Ne
yapıyorsun?) der, ona (Kader böyle, bunları yapan Allah’tır) desek,
bize hak verir mi?
Cebriyeciler, (Kâfirler mazurdur; çünkü işleri yapan Allah’tır.
Bunlar mecburdur) diyorlar. Bu sözleri küfürdür. Dört âyet-i kerime
meali:
(Onları hesap mahallinde durdurun! Hesaba
çekileceklerdir.) [Saffat 24]
(Rabbin hakkı için, onların hepsini yaptıklarından dolayı
sorguya çekeceğiz.) [Hicr 92, 93]
(Zerre kadar hayır ve şer işleyen, karşılığını görür.) [Zilzal
7,8]
(Kişi, önceden ne hazırladığını, ne getirdiğini görecektir.)
[Tekvir 14]
Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Mürciye [cebriye] ve kaderiyenin [mutezilenin] İslamiyet’ten
nasibi yoktur.) [Buhari]
(Allahü teâlâ, kaderiye ve mürciyeye, 70 Peygamber
lisanıyla lanet etti.) [Taberani]
(Kaderiye ve mürciye, Kevser havuzuna varamaz ve
Cennete giremez.) [Ebu Davud]
Günümüzde cebriye fırkası azsa da, aklına güvenen mutezile
bozuntuları çoktur.
Mutezile fırkası:
Kaderiye de denilen, mutezile fırkası, (İnsan kendi kaderini
kendi çizer. İnsanların işlerine Allah karışmaz) diyerek kaderi inkâr
etmiştir. Hâlbuki kadere iman farzdır. Bu husus Kur’an-ı kerim ve
hadis-i şeriflerle bildirilmiştir. Allahü teâlâ, ezeli ilmiyle, insanların ve
diğer mahlûkatın, ne zaman doğacağını, ne zaman öleceğini ve ne
yapacaklarını bilir. İlahın elbette her şeyi bilmesi, her şeye gücü
yetmesi gerekir. Bilmeyen, gücü yetmeyen, muhtaç olan, ilah
olamaz. Allahü teâlâ, herkesin ne yapacağını bilir. Kur’an-ı kerimde
mealen, (Allah, onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir)
buyuruluyor. (Bekara 255)
İnsanların başına gelecek olaylar, doğacakları, ölecekleri ve ne
iş yapacakları gibi bütün bilgiler, levh-i mahfuz denilen bir kitaptadır.
Bu kitaptaki bilgilere, kader deniyor. Bunlar nasıl inkâr edilebilir ki?
Kader hakkında birkaç âyet-i kerime meali:
(Yeryüzünde vuku bulan ve başınıza gelen bir musibet
yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta [levh-i mahfuzda]
olmasın. Elbette bu, Allah için kolaydır.) [Hadid 22]
(Biz, her şeyi kader ile yarattık.) [Kamer 49]
Birkaç hadis-i şerif meali ise şöyledir:
(Kadere inanmak, iman esaslarındandır.) [Ebu Davud,
Tirmizi]
(Kadere inanmayan, imanın gerçeğine erişmez.) [Nesai]
(Kaderi inkâr edenin, İslam’dan nasibi yoktur.) [Buhari]
(Kadere iman etmek, tevhidin nizamıdır.) [Deylemi]
(Ahir zamanda, şerli kimseler, kader hakkında konuşur.)
[Hâkim]
(Ahir zamanda, kaderi inkâr edenler çıkacaktır) [Tirmizi]
(Ahir zamanda, şu üç şeyden korkuyorum: Müneccimlere
[falcılara] inanmak, kaderi inkâr ve idarecilerin zulmü.) [Taberani,
İbni Asakir, Hatib, İbni Ebi Âsım]
(Kaderi inkâr etmeyin. Hıristiyanlar kaderi inkâr eder.)
[Cami-us-sagir]
(Ümmetim kaderi inkâr etmedikçe dinde sabittir; inkâr
edince helak olur.) [Taberani]
(Ahirette kaderi yalanlayana rahmet nazarıyla bakılmaz.) [İ.
Adiy]
(Şu üç şeyden korkuyorum: 1- Âlimin sürçmesi, 2-
Münafıkların “Kur’an böyle diyor” diyerek tartışmaya girişmesi,
3- Kaderin inkâr edilmesi.) [Taberani]
(Bütün Peygamberler şunlara lanet etmiştir: 1- Allah’ın
kitabında olmayan şeyi ona ekleyen [Kur’anda böyle yazıyor diye
yalan söyleyen, Kur’anı kendi görüşüne göre tevil ve tefsir eden], 2-
Allah’ın kaderini inkâr eden, 3- Allah’ın zelil ettiğini aziz, aziz
ettiğini de zelil eden zalim idareci.) [Taberani]
(Kaderden bahsedilince dilinizi tutun!) [Taberani]
(Kaderi inkâr edene, bütün peygamberler lanet eder.)
[Taberani]
(Kadere, hayrın ve şerrin Allah'tan olduğuna iman
etmedikçe, başa gelenin asla şaşmayacağına, başa gelmemesi
mukadder olanın da asla gelmeyeceğine inanmadıkça, hiç
kimse iman etmiş sayılmaz.) [Tirmizi]
(Kaderiyenin İslam’dan nasibi yoktur. Bunlar, şer takdir
edilmedi derler.) [Beyheki]
(Kader, Rahman olan Allah’ın elindedir. Kimini yükseltir,
kimini alçaltır.) [Bezzar]
(Allahü teâlâ, hayır murat ettiğinin maişetini kolaylıkla verir.
Şer murat ettiğinin ise, maişetini zorlukla karşılaştırır.) [Beyheki]
(Allahü teâlâ buyurdu ki: “Bana iman edip de, kadere, hayır
ve şerrin benim takdirimle olduğuna iman etmeyen, benden
başka Rab arasın.”) [Şirazi]
(Ümmetimi üç şey helak eder: Irkçılık, kaderi inkâr ve nakle
itibarsızlık.) [Taberani]
(Allahü teâlâ, ilk önce Kalemi yaratıp, “Kaderi, olanı ve
sonsuza kadar olacak olanı yaz” buyurdu.) [Tirmizi, Ebu Davud]
(Her şey ezelde yazıldı. Kalem kurudu.) [Tirmizi] (Yani kader,
takdir, son buldu ve yazılacak bir şey kalmadı. İnsanlar bu kaderin
dışında bir şey yapamazlar.
(Bütün insanlar toplanıp sana fayda vermek için çalışsalar,
ancak Allahü teâlânın senin için takdir ettiğinden fazlasını
yapamazlar. Eğer herkes, sana zarar vermeye kalksa, ancak
Allahü teâlânın senin hakkında takdir ettiği zarardan fazlasını
veremez; çünkü artık kaderi yazan kalem kurudu, yazıları
değişmeyecek şekilde kesinleşti.) [Tirmizi]
(Allahü teâlâ buyurdu ki: Ben âlemlerin rabbiyim. Hayrı da,
şerri de ben tayin ederim. Hakkında şer yazdığıma yazıklar
olsun, hakkında hayır yazdığıma ise müjdeler olsun!) [İ.Neccar]
Son hadis-i şerifte, Allahü teâlâ, (Hakkında şer yazdığıma
yazıklar olsun) buyuruyor. Kötülüğü zorla yaptırsaydı, kendi yazdığı
hüküm için yazıklar olsun der miydi? Bu söz, (Kendi iradesiyle
kötülüğü işleyeceğini ezeli ilmimle bildiğim için, hakkında şer
yazdığım kimselere yazıklar olsun) demektir.
Allahü teâlâ, kullarının iyilik mi kötülük mü işleyeceklerini,
Cehennemlik mi, Cennetlik mi olduklarını elbette bilir, bildiğini de
yazıyor. Yoksa yazdığı için kul öyle yapmak zorunda kalmıyor.
Cebriye, zorla Allah yaptırır der; mutezile ise Allah’ın kaderini inkâr
eder.
(Ya Resulallah, yaptığımız ve yapacağımız işler önceden takdir
edilip yazıldığına göre, iş yapmanın ne önemi var) diye soranlara
Peygamber efendimiz, (Herkes, kendi işine hazırlanır) ve (Herkes
önceden takdir edilmiş olan işlere hazırlanır) buyurdu. (Müslim,
Tirmizi)
Aynı suali soran, başka birine de, Şems suresini okudu. İlgili
kısmın meali şöyle:
(Cenab-ı Hak, hayrı ve şerri [taat ve günahı] ve bu ikisinin
hallerini öğretip bunlardan birini yapabilmesi için, insana
ihtiyar [tercih hakkı, irade-i cüziyye] verdi. Nefsini tezkiye eden
[kötülüklerden temizleyip faziletlerle dolduran] kurtuldu. Nefsini
günahta, cehalette, dalalette bırakan, ziyan etti.) [Şems 8-10]
Görüldüğü gibi, Allahü teâlânın bilmesi, zorla yaptırması demek
değildir. Mesela, takvimlere, bir yıl içinde güneşin ne zaman doğup,
ne zaman batacağı, hesaplanarak yazılır. Güneş, takvimde bildirilen
saatlerde doğup batar. Güneş, takvime öyle yazıldı diye bilinen
saatlerde doğup batmaz. Aksine, güneş o saatte doğacağı için,
takvime yazılır. İşte, bir kimsenin günah işleyeceğini de Allahü teâlâ
elbette bilir. Bu, onun kaderinde yazılıdır. Yazılı olması, o günahı
işleyeceği içindir; yoksa kaderinde yazılı olduğu için o günahı
işlemez.
Bütün bu âyet-i kerimelere ve çoğu Kütüb-ü sitte’de bulunan
hadis-i şeriflere rağmen, kaderi inkâr eden, Resulullah böyle şey
söylemez diyebilen mutezile bozuntularının, art niyeti meydandadır.
Mutezile fırkası
Sual: Mutezile fırkası nasıl meydana çıkmıştır, fikirleri nelerdir?
CEVAP
Bozuk fırkalardan biri olan Mutezile, Hasan-ı Basri hazretlerinin
derslerinde bulunan Vasıl bin Ata tarafından ortaya çıkarılmıştır.
Büyük Ehl-i sünnet âlimi ve veli bir zat olan Hasan-ı Basri, (Büyük
günah işleyen ne mümindir ne de kâfirdir) diyerek Ehl-i sünnetten
ayrılan Vasıl bin Ata için, (İ'tezele anna Vasıl) yani (Vasıl bizden
ayrıldı) buyurmuştu. Buradaki i’tezele [ayrıldı] kelimesinden dolayı
Vasıl'a ve onun yolunu tutanlara Mutezile ismi verilmiştir.
Sonraki yıllarda bilhassa felsefe eğitimi yapmış ve felsefeye
meraklı kişiler, Vasıl bin Ata'nın yolundan yürüyerek, Allahü teâlânın
zâtı ve sıfatları ile, kader, amellerle (ibadetlerle, muamelatla..) iman
arasındaki münasebet ve diğer konularda İslam dininin sınırlarını
zorlayacak kadar ileri derecelere varan ayrılıklara düşmüşlerdir.
Kuru akılcı ve bid’at fırkalardan Mutezilenin görüşlerinden
bazıları şunlardır:
Sahabenin hepsinin adil ve Cennetlik olduğunu inkâr ederler.
Halbuki Kur’an-ı kerimde mealen, (Onların hepsine hüsnayı
[Cenneti] vaad ettik) buyuruluyor. (Hadid 10)
Miracı, diğer mucizeleri ve kerameti inkâr ederler.
Kur’an-ı kerimde, kerametin hak olduğunu bildiren âyetlerden
bazıları şunlardır:
Ledün ilmine sahip bir zat, Belkıs’ın tahtını bir anda getirdi.
(Neml 40)
Hazret-i Meryem’e her zaman taze meyve ve yiyecek verilirdi.
(Al-i imran 37)
Eshab-ı kehf asırlarca, ölmeden uyudu. (Kehf 17,18)
(Cennette olanlara Allah görülmez) derler. Kur’an-ı kerimde
mealen buyuruluyor ki:
(Ahirette, yüzleri nurlu olarak, Rablerine bakarlar.) [Kıyamet
22, 23]
(Günah işleyen kâfir olur, amel imandan parçadır) derler. Ehl-i
sünnet itikadında, amel ile iman ayrıdır, günah işleyene kâfir
denmez. Günah işleyen kâfir olsaydı, yeryüzünde müslüman
kalmazdı. Masum olmak meleklere mahsustur. Kur’an-ı kerimde
mealen buyuruluyor ki:
(Allah şirki [küfrü] affetmez. Diğer bütün günahları ise,
istediğini affeder.) [Nisa 48]
(Kabir ziyaretinde, enbiya ve evliyadan yardım istemek caiz
değil) derler. Hadis-i erbain’de (Bir işinizde, sıkışıp şaşırınca,
kabirdekilerden yardım isteyin!) buyuruluyor.
Kabir sualini, kabir azabını inkâr ederler. Hadis-i şerifte, (Kabir
azabı haktır) buyuruldu. (Buhari)
(Ölüye, dua fayda etmez) derler. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Dirilerin duaları ile, ölülere çok rahmet verilir. Dirilerin,
ölülere hediyesi, onlar için dua ve istiğfar etmektir.) [Deylemi]
(Sırat, mizan, şefaat diye bir şey yok) derler. Hadis-i şeriflerde
buyuruldu ki:
(Kıyamette mizan, sırat, şehidi rahatsız etmez.) [Beyheki]
(Cehennem üzerine Sırat köprüsü kurulur.) [Buhari]
(Büyük günah işleyenlere şefaat edeceğim.) [Nesai]
(Akıl, herkeste eşittir. Akıl şaşmaz bir hüccettir. Aklın beğendiği,
güzel gördüğü şeyler farz, çirkin gördüğü şey ise haramdır. Din
bildirmese de, akılla haramı ve farzları bilmek mümkündür) derler.
Her ne kadar akıl, iyiyi kötüden ayıran bir kuvvet ise de, her işte
ölçü olmaz. Allahü teâlâya ait bilgilerde akıl senet olmaz. Akıl, kendi
başına dinin emir ve yasaklarını bilseydi, Peygamberlere, âlimlere
lüzum kalmazdı. Dinin hükümlerini duymayan, cezalandırılmaz. Bir
âyet-i kerime meali:
(Biz Peygamber göndermedikçe kimseye azap etmeyiz.)
[İsra 15]
Eski milletlere mubah olan bazı şeyler, bizlere haram edilmiş,
eskilere haram olan bazı şeyler de bizlere mubah kılınmıştır. Demek
ki, bir şeyin farz veya haram oluşu, ancak dinin emri ile belli olur,
akıl ile belli olmaz. Mesela eskiden sığır ve davar iç yağı haram idi,
bizlere ise helaldir. (Enam 146)
Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki:
Nakil yolu ile anlaşılan, yani Peygamberlerin söyledikleri şeyleri,
akıl ile araştırmaya uğraşmak, düz yolda, güç giden, yüklü bir
arabayı, yokuşa çıkarmak için zorlamaya benzer. Yokuşa doğru at,
kamçılanırsa, çabalaya çabalaya, ya yıkılıp canı çıkar, yahut,
alışmış olduğu düz yola kavuşmak için sağa sola ve geriye kıvrılarak
arabayı yıkar ve eşyalar harap olur. Akıl da, yürüyemediği,
anlayamadığı ahiret bilgilerini çözmeye zorlanırsa, ya yıkılıp insan
aklını kaçırır veya bunları alışmış olduğu, dünya işlerine
benzetmeye kalkışarak, yanılır, aldanır ve herkesi aldatır.
Akıl, his kuvveti ile anlaşılabilen veya hissedilenlere benzeyen
ve onlara bağlılıkları bulunan şeyleri birbirleri ile ölçerek, iyilerini
kötülerinden ayırmaya yarayan bir ölçüdür. Böyle şeylere bağlılıkları
olmayan varlıklara eremeyeceğinden, şaşırıp kalır. O halde,
Peygamberlerin bildirdikleri şeylere, inanmaktan başka çare yoktur.
Ehl-i sünnet âlimleri, mutezilenin dalalette olduğunu âyet ve
hadislerle ispat etmişlerdir.
Bir taşla iki kuş
Sual: Aşağıdaki ifadeler Ehl-i sünnete aykırı değil mi?
Kula bela gelmez Hak yazmadıkça,
Allah bela vermez kul azmadıkça.
CEVAP
Ehl-i sünnete uygundur. Birinci mısra mutezileye cevap, ikinci
mısra cebriyeye cevaptır. Bir taşla iki kuş vurulmuştur. Özet olarak,
iki satırla Ehl-i sünnet itikadı bildirilmiştir.
Mutezile, (Kaderini herkes kendi belirler) der. Birinci mısra buna
cevaptır. (Allahü teâlâ dilemedikçe insan bir şey yapamaz) deniyor.
Cebriye ise, (Allah dilediğini hidayete kavuşturur, dilediğini
sapıklıkta bırakır) ayet-i kerimesini yanlış anladığı için, (Her şeyi
bize zorla yaptıran Allah’tır) der. İkinci mısrada, (Allah’ın takdiri
insanların amellerine göredir) deniyor.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Kaza ve kader bilgisini, çok kimseler anlayamadığından doğru
yoldan ayrılmıştır. Bunlardan bir kısmı, insanların isteyerek yaptığı
işlerinin zorla olduğunu sanmış, çokları da, insanların her işi
yaratarak yaptığını, isteyerek yapılan işlere Allahü teâlânın
karışmadığını söylemiştir. Üçüncüsü de, doğru yoldakilerin,
İslamiyet’i iyi anlayanların sözüdür ki, bunlar, Fırka-i naciyye
ismiyle müjdelenmiş olan Ehl-i sünnet vel-cemaat âlimleridir.
Bunlar, birinci ve ikinci kısımda olanlar gibi taşkınlık yapmamış, orta
yolu seçmişlerdir.
Eş’ari ve Cebriye
Sual: İmam-ı Eş’ari’nin insanın iradesiyle ilgili bildirdikleri,
Cebriye’ye yakın mıdır?
CEVAP
Yakın olanları vardır, fakat yakın olmak, Cebriye olmak demek
değildir. Cebriye bâtıl fırkadır. İmam-ı Eş’ari ise, Ehl-i sünnetin iki
itikad imamından biridir. İmam-ı Maturidi’nin bildirdiğiyle, arasında
söyleyiş farkı vardır. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Bir işin yapılması başkadır, iyi veya kötülüğünün yapılması
başkadır. O halde, işin iyi veya kötü olması için de, kuvvetin ayrıca
tesiri lazımdır. İnsanların kudretini Allahü teâlâ yarattığı gibi, bu
kudretin tesir etmesini de Allahü teâlâ yaratmaktadır. Bunun için,
kulun kudreti de tesir eder. İmam-ı Eş’ari’nin bildirdiklerini,
Cebriye’den ayıran şey, Cebriye mezhebinde, (Bir insan bir işi yaptı
demek mecazdır. Yani o istekli işi yalnız Allahü teâlâ yapmıştır. O
insanın eliyle yapmıştır. İnsanda kudret yoktur) derler. İmam-ı Eş’ari
ise, (İşi yapan, hakikatte insandır. Ancak, insanın isteğiyle
değil, Allahü teâlânın istemesiyle yapmıştır) diyor. Ehl-i
sünnetten, İmam-ı Eş’ari’den başkaları, kulun kudreti, yaptığı istekli
işe tesir eder diyor. İmam-ı Eş’ari ise, kudreti ancak, işin
yaratılmasına sebep olup, yaratılmasında tesiri olmaz diyor ki, her
ikisine göre de, işi insan yaptı demek doğru olur. Ehl-i sünnet,
Cebriye’den, böylece ayrılmış olur. Cebriye mezhebinin, insanın
istekli işlerini yaptığını kabul etmemesi, (İşi insan yaptı demek
mecazdır) demesi küfürdür. (1/289)
Levh-i mahfuz ve ümm-i kitap
Sual: Levh-i mahfuz'la Ümm-i kitab ayrı mıdır? Bunlar mahlûk
mudur?
CEVAP
Ahmed bin Süleyman hazretleri buyuruyor ki: Levh-i mahfuz,
korunmuş levha demektir. Ezeli ve ebedi, olmuş ve olacak her şeyin
Allahü teâlânın indinde yazılı olduğu kitap anlamındadır. Mahlûktur,
yani sonradan yaratılmıştır. Melekler Levh-i-mahfuz'u görürler.
Allahü teâlâ dilerse Levh-i mahfuz'da değişiklik yapabilir. Mesela,
insanın işine göre ömrü ve rızkı değişir. İyiler kötü, kötüler iyi olarak
değiştirilebilir. Ümm-i kitab ise, kitabın anası demektir. Ezeli olan
kelam-ı ilahinin ismidir. Mahlûk değildir. Melekler, bunu anlayamaz.
Zamanlı değildir. Yani burada zaman yazılı değildir. Allahü teâlâdan
başka, kimse bilmez. Hiç yok olmaz. (Levh-il-mahfuz ve Ümm-ülkitab
risalesi)
Fatiha'ya da Ümm-i kitap denirse de, o konumuzun dışındadır.
Allah layık olanı alçaltıp yükseltir
Sual: Aşağıdaki âyetlere Ehl-i sünnet âlimleri nasıl anlam
vermişlerdir?
CEVAP
Âyetlerin açıklamaları şöyledir:
(Allah dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir.) [İbrahim
4, Fatır 8]
Allah dilediğini saptırdığına göre, şer Allah’tan değil diyenler
yanlış yoldadır. Bu âyete dayanarak cebriye, Allah bize zorla günah
işletir diyor ki o da yanlıştır. Allahü teâlâ hiç kimseye zulmetmez,
zorla günah işletmez. Günahı da sevabı da herkes kendi irade-i
cüziyyesi ile işler.
(Rabbin, dilediğini yaratır, dilediğini seçer. Onların seçim
hakkı yoktur.) [Kasas 68]
Külli iradenin Allahü teâlânın kudretinde olduğu bildiriliyor.
Kullarına verdiği irade-i cüziyye hariç, hiç kimse bir şey yaratamaz.
Tek yaratıcı Allahü teâlâdır, hayrı da şerri de O yaratır.
(Allah dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder.) [Bekara 284]
Dilediğine azap eder demek, layık olana azap eder demektir.
Yoksa Allahü teâlâ zerre kadar haksızlık yapmaz. (Nisa 40, Kehf
49)
(Allah dilediğini yardımı ile destekler.) [Al-i İmran 13]
Layık olanları destekler.
(De ki: Mülkün sahibi olan Allah’ım, sen mülkü dilediğine
verir, dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de
alçaltırsın.) [Al-i İmran 26]
Yine layık olanları alçaltıp yükseltir.
(Elbette Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır.) [Al-i İmran 37]
Layık olanlara verir.
(Yeryüzü Allah’ındır, kullarından dilediğini ona vâris kılar.)
[Araf 128]
Layık olanlara verir.
(O, yıldırımlar gönderip onlarla dilediğini çarpar.) [Rad 13]
Bunu da layık olanlara yapar.
(Allah kimi hor ve hakir kılarsa, artık onu değerli kılacak bir
kimse yoktur.) [Hac 18]
Layık olanları hor kılar.
(Allah dilediğini nuruna kavuşturur.) [Nur 35]
Layık olanlara verir.
(Allah, dilediğini yaratır; dilediğine kız, dilediğine erkek
çocukları verir.) [Şura 49]
İyilerin hakkında hayırlı ne ise ona onu bahşeder.
(Onları durdurun! Sorguya çekileceklerdir.) [Saffat 24]
Bu âyette, Cebriye fırkasının yanlışlığı ortaya konmaktadır.
Kendi irade-i cüziyyesi ile günah işleyenler sorguya çekilecektir.
Hâşâ Allahü teâlâ zorla günah işletseydi sorguya çeker miydi hiç?
(Herkesi sorguya çekeceğiz.) [Hicr 92]
Herkes yaptığının karşılığını görecektir.
(Zerre kadar hayır ve şer işleyen, karşılığını görür.) [Zilzal
7,8]
Bu âyette, Allahü teâlânın günah işletmediği, hayrı da şerri de
insanın kendi iradesi ile işlediği açıkça bildiriyor.
(Herkes [iyi kötü] ne getirmişse, onu görecektir.) [Tekvir 14]
Bu âyette, herkesin kendi iradesi ile günah veya sevap işlediği
bildiriliyor.
Kul kendi iradesi ile imanı küfrü seçmeseydi, günah ve sevap
işlemeseydi, hâşâ Peygamberler, Cennet, Cehennem lüzumsuz
olurdu. Allahü teâlânın niye yaptın diye kullarına hesap sorması da
yersiz olurdu.
Evlenmek ve kader
Sual: Mutlaka kaderimizde olan kişiyle mi evleniriz, bizim
seçme hakkımız yok mu?
CEVAP
Kader, insanların yapacakları işlerin, önceden bilinmesi
demektir. Kaderle bizim seçimimiz, ayrı değildir. Seçince, o
kaderimiz oluyor, ne işlemişsek, kiminle evlenmişsek o kaderimiz
oluyor. Allahü teâlâ, olacak her şeyi bildiği için, bizim ne
yapacağımızı da bilir. İşte kader, Allahü teâlânın ezeli ilmiyle, kendi
irademizle yapacağımız işleri bilmesi demektir, zorla yaptırması
demek değildir.
Kısmeti çıkmamak
Sual: Bir kız evde kalınca, (Kısmeti çıkmadı, kaderi böyleymiş)
deniyor. Kaderin rolü nedir?
CEVAP
Her şey takdir iledir. Evlenmek, nasibi çıkmak veya çıkmamak
da takdire bağlıdır. Allahü teâlâ, takdirine göre sebepler
yaratmaktadır. Mesela bir kız dua eder, (Ya Rabbi, evlenmek
hakkımda hayırlı ise, evlenmeyi bana nasip eyle!) der. Duası kabul
olursa evlenir. Evlenmek için tedbir almak ve sebeplere yapışmak
gerekir. Mesela kötü birisi ile evlenip de suçu kadere yüklemek
doğru değildir.
İnsan, irade-i cüziyyesini kullanarak iyilik yaratılmasını isterse
sevap, kötülük yaratılmasını isterse günah kazanır. İnsan günah
işlerse cezasını, sevap işlerse mükâfatını görür. Yani Allahü teâlâ
hiç kimseye zorla günah işletmez. İnsan, irade-i cüziyye ile yaptığı
işleri kendi yaratmıyor. Bu işlerin, hayrın ve şerrin yaratıcısı yalnız
Allahü teâlâdır.
(Benim Cehenneme gideceğim alnıma yazılmışsa, yani
kaderimde varsa, günah işler, Cehenneme giderim. Benim bunda ne
suçum var. Suç kaderimdedir) diyenler çıkıyor. Hâlbuki Allahü teâlâ,
kimseye zor ile günah işletmez. Kader Allah’tandır. Ancak, cenab-ı
Hakkın, kaderi kaza haline getirmesi, yani yaratması, insanın
iradesini kullandıktan sonra oluyor. Mesela, (Filan kimse, kendi
isteği ile şu günahları işleyecektir) şeklindedir.
Kader mi?
Sual: Salih bir genç bana talip iken, işsiz güçsüz ama boyunu
posunu beğendiğim biri ile evlendim. Ahlakı da iyi çıkmadı. Sıkıntı
içerisindeyim. Kaderim mi böyle idi?
CEVAP
Siz istemişsiniz, Allahü teâlâ da onu yaratmıştır. İnsan, irade-i
cüziyyesini kullanarak iyilik yaratılmasını isterse sevap, kötülük
yaratılmasını isterse günah kazanır. İnsan, günah işlerse cezasını,
sevap işlerse mükâfatını görür. Allahü teâlâ, sizin ne yapacağınızı
bildiği için bunu levh-i mahfuza yazıyor. Buna kader veya alın yazısı
deniyor. Levh-i mahfuzda yazılı olduğu için siz onu yapmıyorsunuz.
Yapacağınız bilindiği için levh-i mahfuza yazılmıştır. Bundan dolayı,
kötü bir iş yapıp, (Ne yapayım, kaderim böyle imiş) demek yanlış
olur.
Kimse kimsenin rızkını yiyemez
Sual: Ecel-rızk münasebeti nasıldır?
CEVAP
Her canlının rızkı tükenmeyince eceli gelmez, ölmez. Kimse
kimsenin rızkını yiyemez. Rızk, ibadet yapmakla artmaz,
bereketlenir. Allahü teâlâ herkesin rızkını ezelde takdir, tayin etmiş,
ayırmıştır. Bu, artmaz ve azalmaz.
Rızk endişesiyle, harama el uzatmamalı ve şu hadis-i şeriflerin
muhatabı olmamalıdır:
(Bir zaman gelir ki, insanlar, yalnız malın, paranın gelmesini
düşünür, helalini ve haramını düşünmezler.) [Buhari]
(Bir zaman gelir, insanın bütün kaygısı midesi olur, şerefi
mal, kıblesi kadın, dini para olur. Böyle kimseler, halkın
kötüleridir.) [Sülemi]
Allahü teâlâ, herkesin rızkını ezelde takdir etmiş, ayırmıştır.
Rızk değişmez, azalıp çoğalmaz. Kimse kimsenin rızkını yiyemez.
Allahü teâlânın 99 isminden biri Rezzak’tır, her varlığın rızkını
vericidir. Allahü teâlâ, (Herkesin rızkı bana aittir) buyuruyor. Rızk
için Allahü teâlânın verdiği söze güvenmelidir!
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Yeryüzündeki her canlının rızkı, Allah’a aittir.) [Hud 6]
(Nice canlı vardır, rızkını kendi elde edemez. Sizin de,
onların da rızkını Allah verir.) [Ankebut 60]
(Rabbin, rızkı dilediğine bol verir, dilediğine daraltır.) [İsra
30]
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Rızk için üzülmeyiniz, ezelde ayrılan rızk sizi bulur.)
[İsfehani]
(Eceliniz sizi nasıl takip ederse, rızkınız da öylece takip
eder.) [Taberani]
(Rızkı genişleten, daraltan, gönderen yalnız Allahü teâlâdır.)
[Redd-ül-muhtar]
(Allahü teâlâdan kork, rızkını güzel yoldan ara, helali al,
haramı terk et!) [İbni Mace]
(Rızkını gecikmiş sayma! Hiç kimse, rızkına kavuşmadıkça
ölmez.) [Hâkim]
(Hiç kimse, nasibinden fazla rızka kavuşamaz. Rızkına
kavuşup yemedikçe de ölmez. İstemese de rızkı kendisine
verilir.) [Hâkim]
(Allahü teâlâya tam tevekkül etseydiniz, sabah aç kalkıp,
akşam tok dönen kuşlar gibi sizi de rızıklandırırdı.) [Tirmizi]
(Hak teâlâ, Hazret-i Âdem’e bin çeşit sanat öğretip buyurdu
ki:
Neslin, bu sanatlardan biri ile rızkını arasın! Sakın dini
geçim vasıtası yapmasın!) [Hâkim]
(Zikrin hayırlısı hafi [gizli] olanı, rızkın hayırlısı ise kâfi
olanıdır.) [Beyheki]
(Allahü teâlâ sevdiğine, rızkını kâfi [yetecek kadar] verir.)
[Ebuşşeyh]
(Allahü teâlânın verdiği rızka kanaat eden mümin
kurtulmuştur.) [Müslim]
(Helal kazanmak için sıkıntı çekene, Cennet vacip olur.)
[İ.Gazali]
(En güzel rızk, helale, harama dikkat edilerek kazanılandır.)
[Nesai]
Peygamber efendimiz, (Eğer Allah korkusunu kendinize
sermaye edinirseniz, rızkınız, ticaretsiz ve sermayesiz gelir)
buyurup şu mealdeki âyeti okudu:
(Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder
ve rızkını ummadığı yerden gönderir.) [Taberani-Talak 2,3]
Allahü teâlâ emrettiği için çalışan, rızkını helal yoldan arayan,
ezeldeki rızkına kavuşur. Rızkı da bereketli olur. Bu çalışmaları için
de sevap kazanır. Eğer, rızkını haram yoldan ararsa, yine ezelde
ayrılmış olan rızka kavuşur; fakat bu rızk ona hayırsız, bereketsiz
olur, kazandığı günahlar da, onu felaketlere sürükler.
Hazret-i Hızır’ın tamir ettiği binanın altındaki altın levhada şunlar
yazılı idi:
(Ölüm hak iken gülüp eğlenen, kadere inandığı halde
üzülen, rızka Allahü teâlâ kefil iken zahmetlere giren, Kıyamette
sorgu-sual varken gaflete dalan, faniliğini bildiği dünyaya bel
bağlayan kimseye nasıl hayret edilmez?)
Helal rızk aramak
Sual: İnsanların kimisi helal yoldan kazanıyor, kimisi de haram
yoldan. Acaba haram yoldan rızk kazanmak helal yoldakinden daha
mı kolaydır?
CEVAP
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Herkese dünyalıktan nasibi neyse, o şeyler ona
kolaylaştırılır.) [Hâkim]
Bir kimse kazancını kumardan elde etmeye çalışsa, zamanla
kumar işinde mahareti artar. Marangoz, terzi gibi helal bir meslek
edinmek isteyene de işleri kolaylaştırılır. Onun için daima helal
kazanç yollarını aramalıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ey insanlar, Allah’tan korkun ve rızkınızı aramada güzel yol
tutun! Çünkü hiçbir kimse, rızkını ele geçirmeden ölmez. O
halde Allah’tan korkun ve rızkınızı güzel yollarla elde edin,
helali alın, haramı terk edin!) [İbni Mace]
(Rızkınızı gecikmiş saymayın! Hiç kimse, takdir edilen
rızkına kavuşmadıkça ölmez. O halde rızkınızı güzel yoldan
arayın, helali alın, haramdan kaçın!) [Hâkim]
Açlıktan ölmek
Sual: Allah rızka kefil olduğuna göre, açlıktan öldü demek
uygun olur mu?
CEVAP
Allahü teâlâ, herkesin rızkına kefildir. Ama bu, açlıktan ölmeye
engel değildir. Herkes için belli bir rızk, belli sayıda nefes takdir
edilmiştir. Eceli gelen, ölecektir. Kimisi hastalıktan ölür, kimisi trafik
kazasında ölür, kimisi de açlıktan ölür. Allahü teâlâ, çok şeyi de
sebeplerle yaratmaktadır. Mesela, rızkı Allah verir, ama çalışmayı
sebep kılmıştır. Çalışmadan rızk bekleyen, açlıktan ölebilir.
Hastalıklara şifayı veren de Allahü teâlâdır. Ancak doktoru, ilacı
sebep kılmıştır. Doktora gitmeyen, tedaviyi, ilacı kabul etmeyen,
hastalıktan ölebilir.
Bir şehrin bir köşesinde, bir Müslüman açlıktan ölse, şehirdeki
zenginlerden birinin, az bir zekât borcu kalsa, onun katili sayılır. (S.
Ebediyye)
İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Azap ile korkutulduğunuz şeylerin hepsini, şu kıldığım
namazda gördüm. Böcek bile yemesine mani olmak için,
kedisini aç ve susuz bırakıp, açlıktan ölünceye kadar, kedisini
bağlamış olan kadını da gördüm.) [Müslim, Nesai]
(Şu üç kişiden başkası dilenemez:
1- Açlıktan ölecek olan,
2- Borca boğulmuş kişi,
3- Diyet vermek zorunda olan.) [Ebu Davud, Tirmizi, Nesai]
Hazret-i Ömer, halife iken, kıtlık oldu. Eshab-ı kiramdan Bilal bin
Hars, Resulullahın türbesine gidip, (Ya Resulallah! Ümmetin
açlıktan ölmek üzeredir. Yağmur yağmasına vesile olman için
sana yalvarırım) dedi. Resulullah o gece rüyasında görünüp,
(Halifeye git! Benden selam söyle! Yağmur duasına çıksın)
buyurdu. Hazret-i Ömer, yağmur duasına çıkınca, duadan sonra,
yağmur yağmaya başladı. (M. Nasihat)
Açlıktan ölmek üzere olan ve öldürmekle korkutulan kimseden
başkalarının leş, domuz eti yemeleri, içki içmeleri haramdır. (Berika)
Açlıktan ve susuzluktan ölecek olanlara, leş ve şarap haram
değildir. (Bezzaziyye)
Bir kimsenin açlıktan ölmesi, ezelde takdir edilmiş olmasına
alamet, (Ezelde açlıktan ölmek alnıma yazılmış ise, yiyip içmek
fayda vermez) düşüncesinin kalbine gelmesidir. Böyle düşündüğü
için, yiyip içmez ve açlıktan ölür. (S. Ebediyye)
Açlıktan ölmek üzere olan kimse, leş de yoksa, başkasının
malını, ölmeyecek kadar yiyebilir. (Muhit)
Şu kadar var ki, çok aç kalan kimse, zamanla hastalanıyor ve
ölüyor. Ölüm her ne kadar hastalıktan ise de, açlık sebep olduğu
için, açlıktan öldü demenin mahzuru olmaz.
Rızkın mahiyeti
Sual: Allah rızka kefil olduğuna göre, açlıktan ölmek nasıl
oluyor? Rızkın mahiyeti nedir?
CEVAP
Rızık, denince genelde yiyecek şeyler anlaşılır. Ev ve giyim
eşyası da rızıktandır.
Allahü teâlâ, her insanın ve her hayvanın rızkını ezelde takdir
etmiş, ayırmıştır. İnsanların ve hayvanların ecelleri ve nefeslerinin
sayısı belli olduğu gibi, her insanın rızkı da bellidir. Rızık hiç
değişmez. Azalmaz ve çoğalmaz. Kimse kimsenin rızkını yiyemez.
Kimse kendi rızkını yiyip bitirmeden veya kullanmadan ölmez. Bir
âyet-i kerime meali şöyledir:
(Allahü teâlânın rızık vermediği, bir canlı yoktur.) [Hud 6]
Allahü teâlâ, herkesin rızkına ölene kadar kefildir. Herkes için
belli bir rızık, belli sayıda nefes takdir edilmiştir. Eceli gelen ölür.
Kimisi hastalıktan ölür, kimisi trafik kazasında ölür, kimi intihar
ederek ölür, kimi de açlıktan ölür. Bunlar ölünce de Allahü teâlânın
kefil olduğu, takdir ettiği rızık bitmiş olur. Hiç kimse takdir edilen
rızkını bitirmeden veya kullanmadan ölmez. Rızık için endişe
etmemelidir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Rızık için üzülme, takdir edilen [ezelde ayrılmış olan] rızık
seni bulur.) [İsfehani]
Allahü teâlâ, çok şeyi sebeplerle yaratmaktadır. Mesela,
hastalıklara şifayı veren de Allahü teâlâdır. Ancak doktoru, ilacı,
sebep kılmıştır. İlaca şifayı veren de O’dur. Doktora gitmeyen,
tedaviyi, ilacı kabul etmeyen, hastalıktan ölebilir. Bu hasta,
kendisine takdir edilen rızkını bitirdikten sonra ölmüştür. Rızkı Allah
verir, ama çalışmayı, yiyip içmeyi sebep kılmıştır. Çalışmayan veya
yiyip içmeyen, açlıktan ölebilir. Bu da, kendisine takdir edilen rızkını
bitirdikten sonra ölmüştür. Yani kendisine kefil olunan rızkı yemiş
veya kullanmıştır, kefil olunan rızıktan mahrum kalmamıştır.
Bir de, çok aç kalan kimse, zamanla hastalanıyor ve ölüyor.
Ölüm her ne kadar hastalıktansa da, açlık sebep olduğu için,
açlıktan öldü demenin mahzuru olmaz.
Kader ve kanaat
Sual: İslamiyet bir lokma ile bir hırkaya kanaat eder deniyor.
Yani dinimiz çalışmaya mani midir?
CEVAP
Din, kadere inanmak ve kanaat etmektir. Fakat kader,
çalışmamak, fazla istememek değildir. Kader, insanların ne
yapacağını, Allahü teâlânın önceden bilmesi demektir. Allahü teâlâ,
çalışmayı emrediyor. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Cihad edenler, çalışanlar, uğraşanlar, oturduğu yerde
ibadet edip cihad etmeyenlerden daha üstündürler, daha
kıymetlidirler.) [Nisa 95]
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Çalışıp kazananları Allahü teâlâ sever.) [Beyheki]
(İki gün bir derecede bulunan, ilerlemeyen aldandı.)
[Beyheki]
(İşlerinizi yarına bırakmayınız. Sonra yok olursunuz.) [İmamı
Gazali]
(Yabancı dil öğrenin. Düşmanın şerrinden böylece
kurtulursunuz!) [Faideli Bilgiler]
Müslümanlık, çalışıp kazanmayı emrediyor. Kanaat demek, bir
hırkaya razı olup tembel oturmak demek değildir. Müslümanlar, asla
böyle değildir. Kanaat demek, kendi kazandığına razı olup,
başkasının kazancına göz dikmemek demektir.
Kanaat, sinir hastalıklarını önleyen, geçimsizliği, düşmanlığı
gideren, cemiyetlerin düzenlerini sağlayan bir faktördür. Kanaat,
İslamiyet’in dünyaya yayılmasını, ilim ve fen abideleri kurmayı
sağlamıştır. (Çalışan kazanır) ve (Herkes yaptığını bulur) meal-i
âlisinden olan âyet-i kerimeler ile (Allahü teâlâ çalışıp kazananları
sever) ve Münavi’deki (Allahü teâlâ çalışmayan gençleri elbette
sevmez) gibi, nice hadis-i şerifler, çalışıp ilerlemeyi mi, yoksa
uyuşukluğu mu emrediyor?
Müslümanların kurduğu Emevi, Abbasi, Gaznevi, Hind Timurları
ve Endülüs ve Osmanlı medeniyetleri, çalışkanlığı mı, yoksa
uyuşukluğu mu gösteriyor?
Bir dervişin, bir lokma, bir hırka sözü, Kur'an-ı kerimin ve hadis-i
şeriflerin emirlerini değiştirebilir mi?
Tedbir ve takdir
Sual: Kimisi, kötü birisiyle evleniyor, o kötü de kötülük yapınca,
(Ne yapayım kaderim böyleymiş) diyor. Kimisi gaza basıyor, son
sürat giderken kaza yapıyor. (Ben ne yapayım alnımın yazısı
böyleymiş. Tedbir, takdiri bozamaz) diyor. Kimisi hırsızlık ediyor,
mahkûm oluyor. (Ne yapayım benim kaderim böyle kötüymüş)
diyor. Kimisi, zararlı şeyler yiyip içiyor, hastalanıp felç oluyor. (Ne
yapalım, kaderin önüne geçilmez, olacakla öleceğe çare olmaz,
biz tevekkül ediyoruz) diyor. Bunlar dine uygun mu?
CEVAP
Söylenilen sözlerin hepsi doğrudur; fakat burada yanlış olan,
tedbir almamaktır. Tedbir almadan suçu kadere yüklemek yanlış
olur. Evet, kaderinde bunlar vardı; ama bunlara kendisi sebep oldu.
Resulullah efendimiz, bir köylüye, (Deveni ne yaptın?) diye
sorunca, o da, (Allah’a tevekkül edip, kendi haline bıraktım) dedi.
Köylüye, (Deveni sıkı bağla ve sonra tevekkül et!) buyurdu. (İbni
Asakir)
Kaza ve kaderimizi, başımıza gelecekleri bilmediğimiz için,
tedbir almak gerekir. Tedbir almak, sebeplere yapışmak dinimizin
emridir. (Dürer)
Kötü kimselerle gezip, kötü işler yaptıktan sonra, (Kaderim
kötüymüş) diyerek suçu kadere yüklemek, cahillikten, ahmaklıktan
başka şey değildir.
Nasip meselesi
Sual: (Müslüman olmak, doğru yolu bulmak, nasip
meselesidir) deniyor. Nasibi yaratan Allah olduğuna göre, ötekileri
niye nasipsiz yaratıyor? Nasipsiz yaratmak adalete uygun mu?
CEVAP
Allahü teâlâ hiç kimseyi nasipsiz, kâfir olarak yaratmamıştır.
Allahü teâlâ geçmiş ve gelecek her şeyi, ezelî ilmiyle bilir. Mesela,
bir kâfirin ebedi kâfir kalıp kalmayacağını bilir. Olacak şeylerin nasıl
olacağını bilir. Takvimlere, bir yıl içinde güneşin ne zaman doğup,
ne zaman batacağı, hesaplanarak yazılıyor. Güneş, takvimde
bildirilen saatlerde doğup batar. Güneş, takvime öyle yazıldı diye,
bilinen saatlerde doğup batmaz. Takvime yazılması, güneşin
doğmasına ve batmasına tesir etmez. Allahü teâlâ da, insanların
başlarına ne geleceğini bildiği için, bunları levh-i mahfuza yazmıştır.
Allahü teâlânın, bazı kimselerin nasipsiz olacaklarını bildirmesi,
onların, kendi arzularıyla küfür üzere kalmayı istedikleri ve iman
etmek istemedikleri içindir. Yoksa bunların kâfir olması, Allahü
teâlânın haber verdiği için değildir. Kur’an-ı kerimde buyuruyor ki:
(Nefse iyilik ve kötülük [isyan ve itaat kabiliyeti yani bunlardan
birini seçme hakkı, irade-i cüziyye] veren Allahü teâlâya ant olsun
ki, nefsini tezkiye eden, küfür ve isyandan temizleyen, kurtuldu.
Nefsini bunlarda bırakan da, ziyan etti.) [Şems 7-10]
İnsan, irade-i cüziyyesini kullanmakta serbesttir, mecbur
değildir. Yani irade-i cüziyye, iyiliğe kullanılırsa Allahü teâlâ iyilik
yaratır, kötülüğe kullanılırsa, kötülük yaratır. Kul irade-i cüziyyesini
kullanıyor, Allahü teâlâ da yaratıyor. (İrade-i cüziyye risalesi)
Demek ki, iyilik isteyene iyilik veriyor, o nasipli oluyor. Kötülük
isteyene kötülük veriyor, o da nasipsiz oluyor. Burada bir zorlama
yoktur. Yani Allahü teala zorla günah işletmiyor, zorla Cehenneme
atmıyor. Günah işleyenin suçu kaderine yüklemesi yanlıştır.
İntihar eden de eceliyle ölür
Sual: Ecel değişebilir mi?
CEVAP
Şeyh-ül-İslam Ahmed bin Süleyman bin Kemal paşa buyuruyor
ki:
Rad suresindeki, (Allahü teâlâ, dilediğini siler. Dilediğini
değiştirmez. Ümm-ül-kitab, Ondadır) mealindeki âyette, levh-i
mahfuz bildirilmektedir. Ümm-ül kitab, ezeli olan kelam-ı İlahinin
ismidir. Melekler, bunu anlayamaz. Zamanlı değildir. Allahü teâlâdan
başka, kimse bilmez. Hiç yok olmaz. Levh-i mahfuzda değişiklik
olur. İnsanın, işine göre, ömrü ve rızkı değişir. İyiler kötü, kötüler iyi
olarak değiştirilebilir. Böylece biri ölümüne yakın, iyi işler yapıp, son
nefeste iman ile gider. Bir başkası kötü amel işler, imansız gider.
Bunun için, Resulullah efendimiz her zaman, (Allahümme, ya
mukallibelkulub, sebbit kalbi, ala dinik) duasını okurdu. Hadis-i
kudside, (İnsanların kalbi Rahmanın kudretindedir. Kalbleri,
dilediği gibi çevirir) buyurulmuştur. Yani, Celal ve Cemal sıfatları
ile, kötüye ve iyiye çevirir. Levh-i mahfuza, kıyamete kadar gelecek
insanların iyileri, said olarak, kötüleri de, şaki olarak yazıldı.
Kader değişmez. Kaza, kadere uygun olarak meydana gelir.
Kaza, her gün çok değişip, sonunda kadere uygun olunca, yaratılır.
Kaza-i muallak şeklinde yaratılacağı yazılmış olan bir şey, kulun iyi
ameli ile değişip yaratılmaz. İmam-ı Gazali hazretleri, (Kaza-i
muallak, Levh-i mahfuzda yazılıdır. Eğer o kimse, iyi amel yapıp,
duası kabul olursa, o kaza değişir) buyurdu. Hadis-i şerifte, (Kader,
tedbir ile, sakınmakla değişmez. Fakat kabul olan dua, o bela
gelirken korur) buyuruldu. [Taberani]
Duanın belayı önlemesi de kaza ve kaderdendir. Kalkan oka,
şemsiye yağmura siper olduğu gibi, dua da belaya siper olur. Bir
hadis-i şerifte, (Kaza-i muallakı, hiçbir şey değiştiremez. Yalnız
dua değiştirir ve ömrü, yalnız ihsan, iyilik arttırır) buyuruldu.
[Hakim]
Allahü teâlânın takdirinin, yani kaderin, Levh-i mahfuzda
yazılması kazadır. Bir kimseye takdir edilen bela, kaza-i muallak ise,
yani, o kimsenin dua etmesi de, takdir edilmiş ise, dua eder, kabul
olunca, belayı önler. (Ecel-i kaza)’yı da, iyilik etmek geciktirir. Fakat,
(Ecel-i müsemma) değişmez.
Ecel-i kazaya bir misal verelim:
Bir kimse, eğer iyi iş yapar, yahut sadaka verir, hac ederse
ömrü 60 yıl, bunları yapmazsa 40 yıl takdir edilmişse, vakit tamam
olunca, eceli bir an gecikmez. Birinin 3 gün ömrü kalmış iken
akrabasını, Allah rızası için ziyaret etmesi ile, ömrü 30 yıla uzar. 30
yıl ömrü olan da, akrabasını terk ettiği için, ömrü 3 güne iner.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Sıla-i rahm ömrü uzatır.) [Taberani]
Davud aleyhisselamın yanına iki kişi gelip birbirinden şikayette
bulundular. Azrail aleyhisselam da gelip (Bu iki kişiden birincisinin
eceline bir hafta kaldı. İkincisinin ömrü de, bir hafta önce bitmişti;
fakat ölmedi) dedi.
Davud aleyhisselam hayret edip sebebini sordu. Azrail
aleyhisselam, (İkincisinin bir akrabası vardı. Buna dargın idi. Bu
gidip onun gönlünü aldı. Bundan dolayı Allahü teâlâ, buna yirmi yıl
ömür takdir buyurdu) dedi. (Levh-i Mahfuz ve Ümm-ül-kitab)
Takdir, ezelde Levh-i mahfuzda yazılmıştır. Yani, Levh-i
mahfuzda olacak değişiklikler ve ömürlerin artması ve kısalması da,
ezelde yazılmıştır ki, buna kaza-i muallak denir. (Lübab-üt-te'vil)
Allahü teâlânın kaderi [ezeldeki ilmi] nasıl ise, Levh-i
mahfuzdaki değişiklikler, ona uygun olur.
Hazret-i Ömer yaralanınca, Ka'bül-ahbar, “Ömer daha yaşamak
isteseydi, dua ederdi. Çünkü onun duası elbette kabul olur”
buyurdu. İşitenler şaşırıp, “(Ecel, bir an gecikmez ve vaktinden
önce gelmez) mealindeki âyet-i kerimeye ne dersin” denilince,
buyurdu ki: “Evet, ecel hazır olunca, gecikmez. Fakat, ecel hasıl
olmadan önce, sadaka ile, dua ile, iyi amel ile, ömür uzar. Fatır
suresinde, (Herkesin ömrü ve ömürlerin kısalması yazılıdır)
buyuruluyor.”) [Levh-i Mahfuz ve Ümm-ül-kitab]
Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Bütün hayvanların ecelleri, tesbihlerine bağlıdır. Tesbihleri
bitince, Allahü teâlâ onların ruhunu kabzeder.) [Beyheki]
(Her şeyin belli bir eceli vardır.) [Buhari]
Emali'deki, (Öldürülen kişinin eceli, o anda, ömrü ortadan
kesilmiş değildir) ifadesini Ahmed Asım efendi şöyle açıklamaktadır:
(Öldürülen kimsenin [ve intihar edenin] o anda eceli
gelmiştir. Ömrü ortadan kesilmemiştir. Herkesin eceli bir
tanedir.)
Öldürülen kimse, eceli geldiği için ölür; fakat bunu öldüren de,
cezasını görür. İntihar eden de eceli geldiği için ölür. Herkes, eceli
gelince ölür. Araf suresi 34. âyetinde mealen, (Ecelleri gelince,
onu azıcık ileri-geri alamazlar) buyuruldu. Kişi doğmadan önce, ne
kadar yaşayacağı takdir edilmiştir. Kişi, nerede ölür, tevbe ile mi ve
tevbesiz mi, hangi hastalıktan, iman ile mi, imansız mı gider, hepsi
levh-i mahfuza yazılmıştır. (Miftah-ül-cenne)
Eceli gelen ölür
Sual: Bir kimse, başka birini öldürdüğünde, öldürmeseydi o hâlâ
hayatta olurdu veya başka bir sebeple ölürdü diye düşünmek doğru
olur mu?
CEVAP
İkisi de yanlıştır. Katilin, kendi arzusuyla, o kimseyi, ne maksatla
ve nasıl öldüreceğini Allahü teâlâ ezeli ilmi ile bildiği için, kaderini o
şekilde yaratmıştır. Bu, değişikliğe uğramaz. Bir de, Allah öyle
yazdığı için öldürdü demek de yanlış olur. Allahü teâlâ, bildiği için,
olacak şeyi kaderine yazmıştır. Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri,
(Kader, Allahü teâlânın ezeli ilmi ile bilmesidir. Zorla yaptırması
demek değildir) buyuruyor.
Kaderi değiştirmek
Sual: (Trafik kazasında ölmek, intihar etmek veya makineye
bağlı hastanın hortumunu çekmek, nefesler sayılı olduğu için, kaderi
değiştirmek olur. İntihar etmeseydi, kazaya kurban gitmeseydi,
hortumu çekilmeseydi daha çok yaşardı) deniyor. İnsan, kaderini
değiştirebilir mi?
CEVAP
İntihar etmek ve hastanın hortumunu çekmek caiz değilse de,
kaderi değiştirmekle alakası yoktur. Kader, insanların nasıl yaşayıp
nasıl öleceğini, Cennete veya Cehenneme gideceğini, Allahü
teâlânın bilmesi demektir. Demek ki kader, Allahü teâlânın, olacak
şeyleri ezelde bilmesidir, zorla yaptırması değildir. Kaza ise,
kaderde bulunan şeyleri, zamanı gelince yaratmasıdır. Muteber din
kitaplarındaki bilgiler şöyledir:
Eceli gelmeden kimse ölmez. Her türlü ölüm, eceli gelerek,
kaderiyle ölmektir. Yani intihar eden veya öldürülenin ömrü ortadan
kesilmiş olmaz. O anda eceli gelmiştir, yani ömrü biterek ölmüştür.
Her insanın bir tek eceli vardır.
İnsan yaptığı işleri kendi yaratmıyor. İrade-i cüziyye ile yapılan
işlerin yaratıcısı yani hayrın ve şerrin yaratıcısı Allahü teâlâdır.
Hayrın ve şerrin Allah’tan olduğunu inkâr etmek, (İntihar eden takdiri
ilahiyi değiştirir) demek küfürdür. Allahü teâlâ, onun intihar
edeceğini elbette bilir. (Yaratan hiç bilmez mi?) buyuruyor. Allah’ın
verdiği ömrü kimse değiştiremez. Birkaç âyet-i kerime meali
şöyledir:
(Allah'ın takdir ettiği ecel [ölüm] gelince artık o ertelenmez.)
[Nuh 4]
(Sizi yaratan, sonra ölüm zamanını takdir eden ancak
Odur.) [Enam 2]
(Her ümmetin bir eceli vardır, gelince ne bir an geri kalır, ne
de bir an ileri gider.) [Araf 34]
Demek ki, (İntihar etmeseydi, kazaya kurban gitmeseydi,
hortumu çekilmeseydi daha çok yaşardı) demek yanlış olur.
İlaç kullanmak ve ecel
Sual: İlaç almak, dua okumak, ameliyat olmak ölüme mani olur
mu? İnsanın ömrünün uzamasına sebep olur mu?
CEVAP
İlaç almak, âyet-i kerime ve dua okumak, üflemek ve yanında
taşımak, insanın ömrünü uzatmaz, ölüme mani olmaz. Eceli
geciktirmez. Ömrü olanın dertlerini, ağrılarını giderip, sıhhatli, rahat
ve neşeli yaşamasına sebep olurlar. Kalb nakli ve beyin, böbrek,
ciğer gibi ameliyatlar, aşılar, serumlar, ölüme mani olmaz. Ömrü
olanlara faydalı olur. Eceli gelen çok kimsenin ameliyat esnasında
öldüklerini bilmeyen yoktur.
Ecel ve rızık
Sual: Rızık ve ecel değişir mi? Mesela define bulan kimsenin
rızkı artmış mı olur? İntihar eden veya vurularak öldürülen, eceliyle
ölmemiş mi olur?
CEVAP
Hayır, ecel de, rızık da değişmez. Bunlar ezelde takdir
edilmiştir, yani herkesin rızkını ve ecelini Allahü teâlâ ezelî ilmiyle
bilir. Define bulacaksa, ezelde, define bulacak, zengin olacak diye
takdir edilmiştir. Takdir edilenden fazla veya eksik olmaz. Ecel de
öyledir. İntihar edecekse veya trafik kazasında ölecekse, yine öyle
takdir edilmiştir. Takdirin dışına çıkılamaz. Ecelsiz ölüm olmaz.
(Eceliyle öldü) veya (Eceliyle ölmedi) gibi sözler çok yanlıştır. Nasıl
ölürse ölsün, herkes mutlaka eceliyle ölür. Bir âyet-i kerime meali:
(Ecel bir an gecikmez ve vaktinden önce de gelmez.) [Araf
34]
Rızık da, aynen ecel gibidir. Hiç kimse, takdir edilen rızkını
tüketmedikçe ölmez. Eceli takdir eden gibi, rızkı da gönderen Allahü
teâlâdır. İki âyet-i kerime meali:
(Yeryüzündeki her canlının rızkı, Allah’a aittir.) [Hud 6]
(Nice canlı, rızkını kendisi elde edemez. Sizin de, onların da
rızkını Allah verir.) [Ankebut 60]
Fakir define bulsa, zengin iflas etse, takdir edilen rızkı yine
değişmez.
Her işin yaratıcısı
Sual: Kur’an-ı kerimde, (Sizi de, işlerinizi de yaratan Allah’tır)
buyuruluyor. Hadis-i şerifte de, hayrı da, şerri de yaratanın Allah
olduğu bildiriliyor. Bu bildirilenlerden, Allahü teâlânın, kâfirin küfür
işlemesine izin verdiği anlaşılıyor. Bunun hikmeti ne olabilir?
CEVAP
İmam-ı Begavi hazretleri buyuruyor ki:
Kaza ve kader bilgisi, Allahü teâlânın kullarından sakladığı
sırlardan biridir. Bu bilgiyi, en yakın meleklere ve din sahibi olan
Peygamberlerine bile açmadı. Bu bilgi, büyük bir deryadır.
Kimsenin, bu denize dalması, kaderden konuşması caiz değildir. Şu
kadar bilelim ki, Allahü teâlâ, insanları yaratıyor. Bir kısmı şakidir,
Cehennemde kalacaktır. Bir kısmı da saiddir, Cennete gidecektir.
Bir kimse, Hazret-i Ali’den kaderi sorunca, (Karanlık bir yoldur. Bu
yolda yürüme!) buyurdu. Tekrar sorunca, (Derin bir denizdir)
buyurdu. Tekrar bir daha sorunca, (Kader, Allahü teâlânın sırrıdır.
Bu bilgiyi senden sakladı) buyurdu. (S. Ebediyye)
Şerefüddin Ahmed bin Yahya Müniri hazretleri de, bir
mektubunda buyuruyor ki:
Kudüs’te, Mescid-i Aksa’da ömrünü senelerce tesbih ve ibadetle
geçiren bir kimse, ibadetin şartlarını ve ihlâsı öğrenmediği için, bir
secdeyi terk edince, öyle zarar etti ki, helak oldu. Eshab-ı Kehf’in
köpeği ise, pis olduğu halde, Sıddıkların arkasında birkaç adım
yürüdüğü için, öyle yükseldi ki, hiç düşmedi. [Cennete girecektir.] Bu
hal, insanı hayrete düşürmektedir. Asırlar boyunca, âlimler bu sırrı
çözememiştir. İnsan aklı, bunun hikmetini anlayamıyor. Âdem
aleyhisselama buğdaydan yeme dedi ve yiyeceğini ezelde bildiği
için, yemesini diledi. Şeytanın Âdem aleyhisselama secde etmesini
emreyledi ve secde etmemesini diledi. (Beni arayınız) buyurdu;
fakat ihlâsı olmayanın kavuşmasını dilemedi. İlahi yolun yolcuları,
(Hiç anlayamadık) demekten başka bir şey söyleyemediler. (70.
mektup)
Allahü teâlânın da ezelî ilmiyle, kulların kendi istekleriyle günah
veya sevab işleyeceklerini bilmesi, kulların işlerine zorla bir
müdahale değildir. Sevab işleyen de, günah işleyen de kendi
arzusuyla, kendi iradesiyle işlemektedir. Zaten öyle olmasaydı,
sevab işleyene mükâfat, günah işleyene ceza verilmesi anlamsız
olurdu. İşte kaza ve kader konusunda, bu bildirilenleri bilmek
yeterlidir.
Âyetler, âyetleri açıklar
Sual: Kur’anda, (Allah, dilediğini hidayete kavuşturur,
dilediğini sapıklıkta bırakır) deniyor. Madem sapıklıkta bırakan
Allah ise, sapıkları Cehenneme sokması doğru olur mu?
CEVAP
Başka âyet-i kerimelerde bunun açıklaması var. Hadis-i şerifler
Kur’an-ı kerimi açıkladığı gibi, bazı âyetler de, diğer âyet-i kerimeleri
açıklar.
Bazı mezhepsizler de, imanın altı şartından dördünü inkâr
etmek için, bir âyeti ele alıp, (Bak, imanın şartı burada iki tane
yazıyor) diyorlar. Diğer âyetleri göz ardı ediyorlar. Mesela Bekara
suresi 62. âyetini ele alıp, sadece Allah’a ve âhirete inanan Yahudi
ve Hıristiyanların Cennete gideceğini söylüyorlar. Halbuki tefsir
kitaplarında bildirildiğine göre, bu âyet-i kerimede Cennete gideceği
bildirilenler, Hazret-i Musa zamanında, ona inanan Museviler ve
Hazret-i İsa zamanında ona inanan İsevilerdir.
İşte mezhepsizler, sadece bir âyeti ele alıp, kitapların ve
peygamberlerin hepsine imanı bildiren âyetleri âdeta gizliyorlar.
Kur’an-ı kerime inanmayan ve son peygamberi kabul etmeyen nasıl
Cennete gider ki? Böyle bir kimsenin ebedi Cehennemlik olduğu,
Kur’an-ı kerimdeki diğer âyetlerde açıkça bildirilmiştir.
Cebriye denilen bid’at fırkası da, sualdeki âyeti ele alıp, (Allah
istediğine hidayet verir, istediğini de kâfir yapar, sevab işleten de,
günah işleten de Odur, insanın hiçbir rolü yoktur) diyor.
Mutezile fırkası da, tam aksini savunuyor. (Allah kimseye
hidayet vermez, Allah bu işlere karışmaz) diyor. İkisi de yanlış
söylüyor. Sualdeki âyet-i kerime, mutezilenin yanlış olduğunu açıkça
beyan ediyor. Şu âyet-i kerimeler de, Cebriyenin yanlış olduğunu
bildiriyor:
(Zerre kadar hayır işleyen ve zerre kadar şer işleyen,
karşılığını görür.) [Zilzal 7, 8]
(İsteyen iman etsin, dileyen inkâr etsin!) [Kehf 29]
Allahü teâlâ, hayrı ve şerri zorla işletseydi, (Zerre kadar hayır
işleyen ve zerre kadar şer işleyen, karşılığın görür) buyurmazdı.
İman, hidayet konusunda da, imanı zorla veren, zorla dini inkâr
ettiren hâşâ Allahü teâlâ olsaydı, (Dileyen inansın, dileyen inkâr
etsin) buyurmazdı. Şu beyitteki birinci mısra, Mutezileye cevaptır.
Allahü teâlâ dilemedikçe hiçbir şey olmaz. İkinci mısra ise,
Cebriyeye cevaptır. Kul, hak etmedikçe, zorla ona bir şey yapmaz.
Kula bela gelmez Hak yazmadıkça,
Allah bela vermez kul azmadıkça.
Şimdi, sualdeki âyet-i kerimeyle bunların izahını bildirelim. Son
iki âyet-i kerimede, insanın hür iradesiyle günah veya sevab
işleyerek, karşılığını alacağı bildiriliyor. Sualdeki âyet-i kerimede ise,
bu işleri yapanın Allahü teâlâ olduğu bildiriliyor. Herkes sevabı da,
günahı da, kendi iradesiyle işliyorsa da, ona bu kuvveti veren Allahü
teâlâdır. Mesela diyelim ki, Cennete ve Cehenneme giden iki uçak
var, bunları yapan Allahü teâlâdır. Birinin üstünde, (Bu uçak
Cennete gider) diye, diğerinde ise, (Bu uçak Cehenneme gider)
diye yazılı. Bu uçakları Cennete ve Cehenneme götüren Allahü
teâlâdır, ama insanlar, kendi iradeleriyle bu uçaklara biniyorlar.
Kimse zorla bindirilmiyor. Hiç kimsenin Allahü teâlâya, (Cehenneme
uçak kaldırmasaydın, biz de binmezdik) demeye hakkı olmaz.
Bu iki âyet-i kerimenin özeti:
(İman edip, hayır işleyeni Cennete, inanmayıp kötülük
işleyeni de Cehenneme koyarım.)
Burada görüldüğü gibi, kişi kendi iradesiyle iman edip hayır iş
işliyor, ama bu kuvveti veren yine Allahü teâlâdır. Onun imanını ve
ibadetini kabul ediyor. Kendi iradesiyle inkâr edene de, inkâr
kuvvetini veren, yine Allahü teâlâdır.
Allahü teâlâ, hangi işleri yapanların Cennete veya Cehenneme
gideceğini açıkça bildirmiş, hiç kimseye özür bahane kalmamıştır.
İnkâr eden kimse, (Ben bilseydim, böyle inanır, böyle iyi işler
yapardım) diyemeyecektir.
Tedbir, takdir ve spiral
Sual: (Spiral kullanılsa da, Allah dilerse çocuk verir. O
dilemezse hiçbir tedbirin önemi yoktur. Alınyazısı asla değişmez. O
hâlde spiral kullanmak dine aykırıdır) diyorlar. Tedbir almak dine
aykırı mıdır?
CEVAP
Yukarıdaki dört cümlenin ilk üçü doğrudur. Hüküm olan
dördüncü cümle yanlıştır. Alınyazısı değişmez. Bir kimsenin
Cennete veya Cehenneme gideceği elbette takdir edilmiştir. Eğer bir
kimse, (Ben cennetliksem de, cehennemliksem de ibadete gerek
yok. Nasıl olsa gideceğim yer kesindir) diyerek inanmaz ve ibadet
etmezse, o kişi Cehenneme gider.
Evet, insan Cennete veya Cehenneme gideceğini bilemez. Ama
Allah'ın emri olduğu için inanıp iman eder, Müslümanlığa uyarsa
Cennete gitmesi kolaylaşır.
Çocuğu veren de, vermeyen de Allahü teâlâdır. Evlenmeyene
Allahü teâlâ çocuk vermez. Her evlenene de vermez. Ama
evlenmeyene hiç vermez. Çocuk olması için tedbir almak şarttır.
Birinci şart evlenmektir. Çocuk olmaması için evlenmeyen kimse
tedbir almış olur. Evli ise, çocuk olmaya mani olan tedbirleri alması
gerekir. Tedbir almak takdiri değiştirmez, ama tedbir almak dinin
emridir.
Hastaya verilen ilacın etki kuvvetini de, Allahü teâlâ yaratır.
İlaçsız da şifa verirdi. Ancak ilaç kullanılması âdetidir. Nitekim Musa
aleyhisselam hastalanınca, bu hastalığa iyi gelen ilaç için, (İlaç
istemem, Allahü teâlâ şifasını verir) dedi. Hastalık uzayıp
ağırlaştı. Tekrar, (Bu hastalığın ilacı meşhurdur ve tecrübe
edilmiştir, az zamanda iyi olursunuz) dedilerse de, (Hayır, ilaç
istemem) dedi ve hastalığı arttı. O zaman (İlaç kullanmazsan, şifa
ihsan etmem) diye vahiy geldi. İlacı alıp iyi oldu, ama sebebini
merak etti. Allahü teâlâ, (Sen tevekkül etmek için, benim âdetimi,
hikmetimi mi değiştirmek istiyorsun? İlaçlara, faydalı tesirleri
kim verdi? Elbette ben yaratıyorum) buyurdu.
Allahü teâlâ, ilaçları hastalıkları gidermeye sebep yapmıştır.
Bütün sebepleri yaratan, bunlara tesir kuvveti veren, Allahü teâlâdır.
Allahü teâlânın 99 isminden biri Rezzak'tır, her varlığın rızkını
vericidir. Allahü teâlâ, (Herkesin rızkı bana aittir) buyuruyor. Bir
âyet-i kerime meali şöyledir:
(Her canlının rızkı, Allah’a aittir.) [Hud 6]
Allahü teâlâ, herkesin rızkını ezelde takdir etmiş, ayırmıştır. Her
insanın rızkı bellidir. Rızık hiç değişmez, azalıp çoğalmaz. Rızkı az
veya çok veren Allah’tır. Bir âyet-i kerime meali şöyle:
(Rabbin, rızkı dilediğine bol verir, dilediğininkini daraltır.)
[İsra 30]
Allahü teâlânın rızkımızı muhakkak verdiği âyet-i kerimeyle
sabit iken, niye bir işte çalışıyoruz? Niye çiftçilik yapıyoruz?
Çalışmasak da rızkımız gelir, ama çalışmak, rızık için tedbir almak
dinin emridir. Birkaç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Çalışıp kazanmak her Müslümana farzdır.) [Taberani]
(Kimseye muhtaç olmamak için çalışmak cihaddır.) [İ.
Asakir]
(Cebrail aleyhisselam her geldiğinde, “Allah’ım, bana helâl
rızık ve iyi bir iş nasip et” diye dua etmemi söylerdi.) [Hâkim]
Sabah erken işine giden bir genci, Eshab-ı kiramdan uygun
görmeyenler oldu. Orada bulunan Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Öyle söylemeyin! Eğer kimseye muhtaç olmamak, ana
babasını ve aile efradını muhtaç etmemek için işine gidiyorsa,
her adımı ibadettir.) [Taberani]
Sadece rızık değil, her işi yaratan, hasta eden de Allah’tır. Ama
hasta olmamak için tedbir almak dinimizin emridir. Biz tedbir alsak
da takdir yerini bulur. Biz takdiri değiştirmek için değil, takdire
uymak, dinin emrine yapışmak için tedbir alıyoruz. Çocuk olması
veya olmaması için tedbir almak da böyledir. Tedbir almayı dine
aykırı sanmak çok yanlıştır. Dinini bilmemekten kaynaklanır.
Kâfiri cezalandırmak
Sual: Kur’anda, (Kâfirlerin kalblerini mühürledik, onlar
göremez, işitemez ve anlayamaz) buyuruluyor. Kalbleri
mühürlendiği için kâfirler iman edemez. İman etmemesi kendi elinde
olmadığına göre, ahirette kâfirler niye cezalandırılıyor?
CEVAP
Bu soru, kaza ve kaderi bilmemekten kaynaklanıyor. Allahü
teâlâ kimseye zulmetmez, kimseyi haksız yere Cehenneme atmaz.
Allahü teâlâ, ezelî ilmiyle onların kâfir olacaklarını biliyordu. Nasıl
olsa kâfir olacaklar diye, onları dünyaya göndermeden Cehenneme
atsaydı, (Bizi dünyaya getirseydin, biz çok iyi ameller işlerdik)
diyeceklerdi. Onun için, onlar dünyaya getiriliyor, akıl veriliyor, eşit
şartlarda imtihana tâbi tutuluyor. Dağda çölde kalıp duymayanları
aynı imtihana tâbi tutmuyor. İnanmayacakları ezeli ilmiyle bildiği için,
(Onlara ne söylense iman etmezler. Çünkü Allahü teâlâ ezelî ilmiyle
biliyor ki, onlar, kendi iradeleriyle küfre girecekleri için kalbleri
mühürlenecek ve kâfir olarak ölecektir) denmiş oluyor. Cenab-ı
Hakk’ın, onların kâfir olarak öleceklerini bilmesi, kâfir olarak
ölmelerini gerektirmiyor. Kendi arzularıyla kâfir oluyorlar. Kâfirlerle
ilgili bu konudaki âyet-i kerime mealleri şöyledir:
(Allah onların kalblerini de, kulaklarını da mühürlemiştir.
Gözlerinde de perde vardır.) [Bekara 7]
(Onlar sağır, dilsiz ve kördür, bu hâllerinden dönüp iman
etmezler.) [Bekara 18]
(Kalblerini mühürleriz de, onlar işitmezler.) [Araf 100]
(Kalbleri var ama anlamazlar, gözleri var ama görmezler,
kulakları var ama işitmezler. İşte bunlar hayvan gibidir, hattâ
daha da aşağıdır.) [Araf 179]
(Onları doğru yola çağırsanız işitmezler. Sana baktıklarını
görürsün, ama görmezler.) [Araf 198]
([Müşrikler, Resulullah'a] dediler ki: Davet ettiğin şeye
[İslâmiyet'e] karşı kalplerimiz kapalı, kulaklarımızda da bir ağırlık
[sağırlık] vardır. Seninle anlaşmamıza engel bir de perde [küfür
perdesi] vardır.) [Fussilet 5]
(Onların kalblerine mühür vuruldu. Bu yüzden anlamazlar.)
[Tevbe 87, Münafikun 3]
Sağır, dilsiz, kör, kalbi mühürlü ifadeleri ne demektir? Kısaca
açıklayalım:
Onlar, sağırdır, işitmezler:
Neyi işitmezler? Hakkı işitmezler. Faydalı olan hiçbir şeyi
işitmezler. Ezanı işitmezler, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği bilgileri
işitmezler.
Dilsizdir, söylemezler:
Neyi söylemezler? Kelime-i şehadeti söylemezler, Allah'a
inanmazlar. (Kâinatın bir yaratıcısı vardır) demezler. Ne kadar
gerçek varsa, hepsini inkâr edip söylemezler.
Kördür, görmezler:
Neyi görmezler? Hak olan hiçbir şeyi göremezler. Mesela
Güneş’i göremezler. Eğer görseler, (Bu Güneş’in ısısı niye hiç
bitmiyor, niye dünyaya çok yakınlaşmıyor, niye dünyadan
uzaklaşmıyor? Demek ki bir yaratıcısı vardır) diye düşünmeleri
gerekir. Sayısız hayvan çeşitlerini, bitkileri ve göklerdeki nizamı
göremedikleri gibi, kendi vücutlarındaki harikaları da göremiyorlar.
Camileri, Cennete giden yolları, Ehl-i sünnet âlimlerini ve kitaplarını
görmezler, göremezler. Bunun gibi ibret alınması gereken varlıkları,
olayları göremiyorlar.
Kalbleri mühürlüdür, anlamazlar:
Kalbleri niye mühürlüdür, neleri anlamazlar? İyiyi kötüyü, imanı
küfrü, hayrı şerri, kârı zararı, faydalıyı zararlıyı, Cenneti Cehennemi,
dostu düşmanı anlamazlar. Anlama yeri olan kalbleri kilitlidir,
kapalıdır. Göz ne kadar bakarsa baksın, kulak ne kadar açık olursa
olsun, eğer içerde bir işitme veya görme işi olmazsa, baksa da
görmez, işitse de duymaz, çünkü duyuracak olan kulak değil,
Cenab-ı Hak’tır.
Kaza ve kader ile ilgili çeşitli sorular
Sual: Şu Osmanlıca şiirde ne denmek isteniyor?
Hep kesbindendir ki bu belaları çekersin
Sa’yin deki noksanını atfı kader edersin
CEVAP
Başına gelen belalar, çektiğin sıkıntılar, hep dine uygun
olmayan yanlış işlerindendir. Yani işlediğin günahlar sebebiyle
başına bunlar geliyor. Sonra da kader böyleymiş dersin, suçunu
kadere yüklersin.
Talih ve uğur
Sual: Talih, uğur gibi şeyler gerçekten var mıdır? İslami açıdan
bu gibi şeylere inanmanın bir mahzuru var mıdır?
CEVAP
Talih, Kader demektir. İnanmayan Müslüman olmaz.
Uğur da dinimizde vardır. Uğursuzluk yoktur. Bir olayı hayra
yormakta mahzur yoktur. Fakat şerre, uğursuzluğa yormak uygun
değildir. Dinimizde uğursuzluk yoktur. Bir şeyin, bir yerin uğursuz
olması, Yahudilikte, Hıristiyanlıkta vardır. Hadis-i şerifte buyuruluyor
ki:
(Müslümanlıkta uğursuzluk yoktur.) [Mektubat-ı Rabbani
3/41]
Eskiden, Arabistan’da yolculuğa çıkarken, bir kuş uçururlardı.
Kuş sağa uçarsa, uğurlu sayıp yola devam ederler, kuş sola uçarsa,
uğursuz sayıp geri dönerlerdi. Peygamber efendimiz bunu
yasaklayıp buyurdu ki:
(Kuşlara dokunmayın, yuvalarında kalsın!) [İmam-ı Maverdi]
Hazret-i İkrime anlatır: Bir kuş ötüp geçtiğinde, oradakilerden
biri hayra alamet olduğunu söyledi. İbni Abbas hazretleri de, (Hayra
da, şerre de alamet değildir) buyurdu.
Kaderime küstüm
Sual: Kaderime küstüm demek caiz mi?
CEVAP
Caiz değildir. Kader, Allahü teâlânın takdir ettiği alın yazısıdır.
Yazdıysa bozsun
Sual: (Allah yazdıysa, bozsun) demek caiz midir?
CEVAP
Caiz değildir; fakat dua şeklinde olursa caizdir. Bir kimseye
takdir edilen bela, kaza-i muallak ise, yani, o kimsenin dua etmesi
de, takdir edilmiş ise, dua eder, kabul olunca, belayı önler. (Ecel-i
kaza)yı da, iyilik etmek geciktirir; fakat (Ecel-i müsemma)
değişmez.
Allahü teâlâ bilir
Sual: Tam ilmihaldeki, (Belli bir kâfirin kâfir kalacağını,
Allahü teâlânın bildiğini kimse söyleyemez) ifadesinden sanki
(Allah bilmez) gibi anlaşılmıyor mu?
CEVAP
O konu, hatta o paragraf tamamen okunursa öyle bir şey
anlaşılmaz. Tek cümle alınınca yanlış anlaşılabilir. Ondan bir önceki
cümle ise şöyledir: (Belli bir kâfirin ebedi kâfir kalıp
kalmayacağını Allahü teâlâ bilir.)
Demek ki, Allahü teâlâ biliyor ki, bu kâfir ebedi kâfir kalacaktır
diye kimse söyleyemez; çünkü Allah’ın takdirini hiç kimse bilemez.
Yani Allah indinde, o kimse kâfir olarak mı ölecek, yoksa imanlı mı
ölecek bunu kimse bilemez denmek isteniyor.
Herkes eceliyle ölür
Sual: (Ecelin benim elimden olacak) demek caiz midir?
CEVAP
Ecel, takdir edilen ölüm zamanı demektir. Öldürülen de, intihar
eden de, eceliyle ölür. (Ecelin benim elimden olacak) sözünü,
(Ölümüne ben sebep olacağım, bir engel çıkmazsa, seni ben
öldüreceğim) anlamında söylemek caizdir; fakat (Ölüm zamanını
ben belirlerim) anlamında söylemek caiz olmaz.
Dilerse yaratır dilemezse yaratmaz
Sual: Sevab veya günah olan bir işi, bir insan isterse yapabilir,
istemezse yapmayabilir mi? Yani Allahü teâlâ, o işi yapmamıza izin
verir mi, yapmamıza mani olur mu?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Allahü teâlâ kullarına
irade vermiş, bu iradelerini, dilemelerini, işleri yaratmasına sebep
kılmıştır. Bir kul, bir şey yapmak isteyince, Allahü teâlâ da dilerse, o
işi yaratır. Kul dilemezse, Allahü teâlâ da dilemez ve o şeyi
yaratmaz. Görülüyor ki, insan kendi istekli işlerini, isterse yapar,
istemezse yapmaz. (1/286)
Kul, meyhaneye gitmek isterse, Allahü teâlâ da bunu dilerse, kul
gider. Kul, camiye gitmek isterse, Allahü teâlâ da dilerse, o kul
camiye de gider. Kul meyhaneye gitmek istemezse, Allahü teâlâ da
dilemez ve kul oraya gitmez. Yani Allahü teâlâ zorla günah işletmez.
Günah işleyenin, kaderim böyleymiş diyerek suçu kadere yüklemesi
yanlıştır.
Bu işin kaderi
Sual: (Bu işin kaderinde şu vardır) demek, dine aykırı mıdır?
Tedbire mani midir?
CEVAP
Hayır, dine aykırı değil, tedbire de mani değildir. Her işte belli
olayların olması tabiî bir şeydir. Mesela savaşta kazanılabilir, tedbir
alınmasına rağmen kaybedilebilir, gazi veya şehid olunabilir.
(Savaşın kaderinde gazi veya şehid olmak var) denir, dine aykırı
yönü de yoktur. Av hayvanı avlanabilir. (Gözü tanede olan, kuşun
ayağı tuzaktan kurtulmaz) derler. Böyle bir kuş, tuzağa yakalanabilir.
Olgunlaşan meyve, ağacın dibine düşer demek, tecrübeyle elde
edilen bir bilgidir. Denize düşen ıslanır demek de böyledir. Denize
düşenin kaderinde ıslanmak vardır demek, yanlış olmaz.
Trafik kilitlenebilir. Trafiğe çıkanın, bunu göze alması gerekir.
Trafiğin kaderinde, tıkanmak olabilir. Ateş düştüğü yeri yakar deriz.
Ateşin düştüğü yeri yakması, kaderinde var denir. Tedbir alınsa da,
çok yağmur yağarsa alçak yerleri sel basabilir. Binalar çok sağlam
olsa da, şiddetli bir deprem çok yeri yıkabilir. Denizde yüzen
boğulabilir. Tedbir alınsa da, yer altında çalışan, göçük altında
kalabilir. Her mesleğin kaderinde böyle şeylerin olması tabiîdir.
Bunların hepsi normal ise de, istismarı normal değildir.
Kaderin cilvesi demek
Sual: Kaderin cilvesi demek küfür müdür?
CEVAP
Hayır.
Bugün 172073 ziyaretçi (515821 klik) kişi burdaydı!

DUYURU PANOSU

SİTEMİZDE ULAŞMAK İSTEYİPTE ULAŞAMADIĞINIZ KONULARI MESAJLA BİLDİREBİLİRSİNİZ.... İSLAMİ BİLGİLER

Video

TR.GG REKLAM

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol