BAŞLIK

Haberiniz olsun ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'a aittir. O, kullarının ne yaptıklarını ve ne düşündüklerini bilir. O'nun huzuruna çıkarıldıkları gün herkese yaptıklarını haber verecektir. Allah her şeyi bilir. (NÛR - 64)

Resimler

Dost Siteler

Başlık

Allah O'dur ki, gökleri direksiz yükseltti, onu görüyorsunuz, sonra arş üzerine istiva etti, güneşi ve ayı emrine boyun eğdirdi. Her biri belli bir vakte kadar akar gider. Bütün işleri O yönetiyor. Âyetleri O açıklıyor ki, Rabbinizin huzuruna çıkacağınızı iyi bilesiniz. (RA'D/2) O, gökten yere, (yukarıdan aşağıya) işleri düzenler, sonra da o işler, sizin saydıklarınızdan bin yıl kadar olan bir günde O'na yükselir. (SECDE/5)

İSLAMİ BİLGİLER NAMAZ TEFSİR ORUÇ ABDEST

İSLAMİ BİLGİLER NAMAZ İLMİHAL BİLGİLERİ MEZHEP CANLI TV MÜBAREK GÜN VE GECELER HADİS NAMAZ KURAN-I KERİM DİNLEPEYGAMBERLER HAYATI NAZAR BESMELENİN FAZİLETİ CİNLER NASİH

Tek hak din Evrensel hak din yalnız İslam’dır

Tek hak din
Evrensel hak din yalnız İslam’dır
Bir ateist, İslamiyet’in evrensel olmadığını, sadece Arapların dini
olduğunu söyleyerek bazı sorular sordu. İlk sorusu şöyledir:
Sual: Kur’an evrensel midir?
CEVAP
Elbette evrenseldir. Başka bir din de gelmeyecektir. Muhammed
aleyhisselam son Peygamberdir. Kur’an-ı kerimde mealen bildiriliyor
ki:
(Muhammed, Allah’ın resulü ve Peygamberlerin
sonuncusudur.) [Ahzab 40]
Ateist diyor ki:
Sual: Oruç ve namaz olayını ele alırsak, tüm ibadet zamanlarını
ay ve güneşin hareketlerine göre belirleyen İslamiyet, sadece
Arabistan yarımadasına hitap eder. Bu da İslamiyet’in evrensel
olmadığını göstermez mi?
CEVAP
Ay ve Güneş sadece Arabistan’da mı doğuyor? Avrupa, Asya,
Amerika, Afrika’da ve Avustralya’ya güneş doğup batmıyor mu?
Kur’an, yalnız Araplara mı hitap ediyor. Ey akıl sahipleri, Ey
insanlar, Ey iman edenler, Ey kâfirler, Ey kitap ehli diye birçok
âyet vardır. Akıl sahipleri sadece Arabistan’da mı? İnsanlar, iman
edenler ve kâfirler yalnız Arabistan’da mı yaşıyor? Bu ne bozuk
mantık!
Ateist diyor ki:
Sual: Aynı ibadetler, kutuplarda veya oraya yakın yerlerde
yapılmaya kalkılsa bir oruç günü 6 ay sürebilecek ve insanlar 6 ay
boyunca nasıl aç kalabileceklerdir?
CEVAP
Bu, dini bilmemekten ileri gelen bir düşüncedir. Kur’an-ı kerimde
her şey açıkça yazılmamıştır. Bunun açıklamasını Allahü teâlâ,
sevgili Peygamberine havale etmiştir:
(Kur'anı insanlara açıklayasın diye sana indirdik.) [Nahl 44]
Hadis-i şerifler de dinimizde delildir. Ayrıca iki delil daha vardır.
Birinin adı icma öteki de kıyas-ı fukaha’dır. Siz bunları bilseydiniz
ve inansaydınız o soruları gündeme getiremezdiniz. Namaz, oruç ve
diğer ibadetler bu delillerle anlaşılır. Birkaç saat fark aynı ülkede de
olabilir. Hatta aynı şehirde bile kışın geceler uzun yazın kısadır.
Yazın gündüzler birkaç saat daha fazla uzun diye oruç tutulmaz mı?
Allahü teâlâ şöyle ayarlamıştır ki, kameri aylar, her yıl on gün önce
gelir ve yılın her mevsimine isabet eder. Mesela Ramazan ayı, kışın
kısa günlere geldiği gibi, çok uzun olan yaz günlerine de
gelmektedir. 36 senede bir aynı güne gelir.
Kur’anda, beş vakit namazın vakitleri, çeşitli âyetlerde bildirildiği
halde, Beş vakit namaz tabiri geçmez. Sebeplerinden birisi de,
kutuplarda ve kutuplara yakın yerlerde, beş vakit namazın hepsinin
vaktinin girmemesidir. Zengin, İslam’ın beş şartını da yapmakla
yükümlü iken, fakire zekât vermek ve şartları yoksa, hacca gitmek
de farz değildir. Şu halde, İslam’ın şartlarını eda etmek zengine göre
beş iken, fakire göre üçtür. Fakire de, (Sen İslam’ın beş şartını
yapmaya mecbursun) denilemediği gibi, kutuplardaki Müslümana
da, beş vakit namaz kılma mecburiyeti olmaz. Kılınırsa iyi olur.
(Nimet-i İslam)
Ramazan ayı gelince, oruç tutmak farz olur. Ancak seferi olanın
oruç tutması farz değildir. Kutuplara ve aya giden Müslüman, seferi
ise oruç tutmaz. Geriye dönünce kaza eder. Gündüzleri 24 saatten
daha uzun yerlerde, mesela altı ay gündüz olan yerlerde, oruca saat
ile başlanır ve saat ile bozulur. Gündüzü böyle uzun olmayan,
vakitleri normal teşekkül eden, yani gündüzleri 24 saatten az olan
bir şehirdeki Müslümanların zamanına uyularak oruç tutulur. (Dürer)
Ateistin deveye benzeyen mantığı
Ateist diyor ki:
Sual: Kuran’da adı geçen deve, hurma türü şeyler ancak
Arabistan yarımadasında yetişen canlı türleridir. Sadece çöl bitkileri
ve çöl hayvanlarını içeren Kur’an nasıl evrensel olabilir?
CEVAP
Ne kadar bozuk bir mantık bu! Hangi öğretmen öğrencisine,
bilmediği görmediği şeylerden örnekler verir ki? Elbette herkesin
bildiği bir örnek verilir. Kur’anın Arapça olarak gönderilmesi de
böyledir. Yani Arap olan insana Türkçe veya İngilizce bir dil ile
gönderilse idi ne anlayacaklardı? Bununla beraber, Kur’anda, incir,
zeytin, nar, üzüm, kiraz, muz gibi meyvelerden, hıyar, sarmısak,
soğan, mercimek gibi sebzelerden ve buğday arpa gibi ekinlerden
de bahsedilir. Birkaç âyet meali özetle şöyledir:
(Ekinleri, zeytin ve narları yaratan Allah’tır.) [Enam 141]
(Allah, ekin, zeytin, hurma, üzüm ve diğer meyveleri bitirir.)
[Nahl 11]
(Bahçeler, meyveler ve çayırlar bitirdik.) [Abese 25]
(İncir ve zeytine and olsun.) [Tin 1]
(Musa’nın kavmi, çeşitli sebze, hıyar, sarmısak, mercimek
ve soğan istedi.) [Bekara 61]
(Allah gökten su indirip çeşit çeşit meyveler yarattı.) [Saffat
41]
(Hurma, üzüm bağları, zeytin ve nar bahçeleri meydana
getirdik.) [Enam 99]
(Amel defterleri sağdan verilen mutlu kimseler için
Cennette sedir ağaçları kiraz, muz ve bol meyveler vardır.)
[Vakıa 27- 44]
Kur’anda Cennet şöyle tasvir edilir:
(Cennetin içinde su, süt, şarap ve bal ırmakları ile
meyvelerin her çeşidi vardır.) [Muhammed suresi 15]
Bir hadis-i şerif de şöyledir:
(Cennette, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, hayal
bile edilemeyen nimetler vardır.) [Buhari]
Kur’an-ı kerimde, at, eşek, katır, koyun, keçi, inek, köpek,
domuz, kurt, maymun, zebra, aslan, balık birçok hayvan ismi geçer.
Bunların arasında deveyi görmek art niyetin işaretidir. Bekara suresi
bir hayvan adıdır. Sığır demektir. Enam suresi var, [kurbanlık]
hayvanlar demektir. Fil suresi var. Daha başka hayvan ismi olan
sureler de vardır. Birkaç âyet-i kerime meali şöyledir:
(Rabbin bal arısına, her çeşit üründen, çiçekten yemesini
öğretti. Karınlarından şifalı bal çıkardı. Düşünen bir millet için
bunda ibret vardır.) [Nahl 68,69]
(Yunus’u bir balık yuttu.) [Kalem 142]
(Allah, erkekli dişili sığır da yarattı.) [Enam 144]
(Yahudilere tırnaklı hayvanlar ile sığır ve koyunun iç yağını
haram kıldık.) [Enam 146]
(Kâfirler hayvan [davar] gibidir, hatta daha aşağıdır.)
[Furkan 44]
(Allah sekiz çift hayvan yaratmıştır: Koyundan iki ve
keçiden iki...) [Enam 143]
(Sizin için at, katır ve eşekler yaratılmıştır.) [Nahl 8]
(Mağara ehlinin köpekleri de vardı.) [Kehf 18]
(Onlar, aslandan ürküp kaçan yaban eşeği [zebra] gibidir.)
[Müddessir 50.51]
(Onlara, aşağılık maymun olun dedik.) [Araf 166]
(Rabbin fil sahiplerinin üstüne ebabil kuşlarını gönderdi.)
[Fil 1- 4]
(Evlerin en dayanıksızı örümcek yuvasıdır.) [Ankebut 41]
(Musa’nın asası bir yılan olmuştu.) [Araf 107]
(Onlara; tufan, çekirge, haşarat, kurbağa ve kan gönderdik.)
[Araf 133]
(Domuz eti ve canavarların öldürdüğü hayvan haramdır.)
[Maide 3]
(Yusuf’u kurt yedi dediler.) [Yusuf 17]
(Süleyman'ın, cin, insan ve kuşlardan müteşekkil orduları
vardı.) [Neml 17]
(En çirkin ses eşek sesidir.) [Lokman 19]
Genç ateistin hezeyanları
Genç ateist, bir kelimenin iki veya daha fazla anlamı olacağını
bilmediği için veli kelimesine takılmış. Soruyor:
Sual: Hiç Allah’ın velisi olur mu?
CEVAP
Bilindiği gibi yüz kelimesinin birkaç anlamı vardır. Baba
kelimesi de öyle. Mafya babası, Bektaşi babası, Fakir babası, Para
babası, Baba adam gibi farklı anlamlarda kullanılır. Harç kelimesinin
de kullanıldığı yerlere göre çeşitli anlamları vardır. Mesela Maliye’de
harç demek, vergi demektir. İnşaatta yenice su, kum karıştırılmış
çimento demektir. Ziraatta gübre karıştırılmış toprak demektir.
Mutfakta da harç vardır, köfte harcı, dolma harcı gibi.
Genç bunları bilmediği için, diyor ki:
Sual: Veli ne demek, koruyan, gözeten demek. Okula başlayan
her öğrencinin velisi olur. Öğrenci velisinden sorulur. Allah'ın velisi
deyince de Allah'ı koruyan biri anlaşılır. Demek ki sizin Allah’ınızı
koruyup gözeten veliler var öyle mi?
CEVAP
Ne kadar cahillik bu. Bir kelimenin birkaç anlamı olur diye
yukarıda açıkladık. Veli, ermiş kimse demektir. Veli kelimesinin
çoğulu evliyadır. Öğrenci velileri toplandı denilince bu, evliyalar
anlaşılmaz. Senin bu yanlışlığın, 1970 lerdeki bir olayı hatırlattı.
Belki o zamanlar sen doğmamıştın. Fikir babanız Prof. İlhan Arsel,
(Biz üniversitede kapıcılık bile yapamayız) diyerek istifa ettiği
zaman, Meydan dergisinde bir yazar, sizin yanlışlığınıza benzer bir
yanlışlığını hatırlatmıştı. İlhan Arsel, Ebussuud efendinin bir
fetvasını okumuş, sizin gibi yanlış anlamış. Genç bir kızın pire
verilip verilmemesi ile ilgili fetvasındaki pire vermek sözünü
anlayamamış. (Görüyorsunuz, Müslümanların şeyh-ül-islamı, bir kızı
pire ile evlendiriyor) demişti. Halbuki, o kelime pire değil pir idi. Pir
ise ihtiyar demektir. Bu ateistler hep böyle mi diye hatırıma geldi.
Genç ateist soruyor:
Sual: Hepimiz Âdem’den geldi isek niçin dil, din, renk ve
kültürümüz bir değil?
CEVAP
Taberani’deki bir hadis-i şerifte: (Allahü teâlâ, Hazret-i Âdem’e
her şeyin sanatını, ilmini öğretti) buyuruluyor. Allahü teâlâ, Âdem
aleyhisselama, dünyada mevcut bütün dilleri öğretti. Hazret-i Âdem
de, Arapça, Süryanice, İbranice ve diğer bütün dillerde kitaplar yazıp
her dil ile konuşmuştur. Bu husustaki delillerden biri Bekara
suresinin, (Allahü teâlâ, Âdem'e bütün isimleri [bunların sanatını
ilmini, ne işe yaradığını, nasıl kullanılacağını] öğretti) mealindeki
31. âyet-i kerimesidir. Hazret-i Âdem, bunları öğrendiği için,
varlıkların adlarını, bütün dil ve lügatleri biliyordu. Çocukları bütün
dilleri konuşuyordu. Hazret-i Âdem vefat edince, çocukları kafileler
halinde çeşitli ülkelere göç ettiler. Her kafile, ayrı bir dil ile
konuşuyordu. Böylece torunlar, dedelerinin konuştuğu diğer dilleri
unutmuşlardı. O anda konuştukları dil ile kaldılar. (Mirat-ı Kâinat)
Biyolojide modifikasyon denilen dış değişikliği yanında,
mutasyon denilen genlerde değişiklik olayı vardır. Beyaz insandan
siyah, esmer veya sarı insanlar türeyebilir. Hadis-i şerifte de
buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselamı dünyanın her tarafından
alınan topraktan yarattı. Bu sebeple neslinden, siyah, beyaz,
esmer, kırmızı renkte olanlar olduğu gibi, bu renkler arasında
bulunanlar da oldu. Bazısı yumuşak, bazısı sert, bazısı da halis
ve temiz oldu.) [Ebu Davud]
Dil ve rengin farklı oluşunu açıkladık. Dinlerde inanç farklı
değildi. Her semavi dinde, Allah’a, meleklere, peygamberlere,
kitaplara, Cennete, Cehenneme iman esastı. İnsanlar tarafından
bozulunca farklı gibi zannediliyor. Diğer dinleri insanların bozduğu,
Kur’an-ı kerimde bildiriliyor. Kültür ise, her toplumun yaşadığı iklime,
coğrafi bölgeye göre farklı olur.
İslamiyet kolaylık dinidir
Ateist genç diyor ki:
Sual: İslam kolaylık dini imiş, kime yutturuyorsunuz bunu? Nasıl
kolaylık dini bu? Oruç tut, namaz kıl, hacca git ve zekât ver. Bunları
yapmanın neresi kolay? Bir kısmında beden yoruluyor, bir ay aç
duruluyor, bir kısmında ise para gidiyor.
CEVAP
Müslümana bunların hiçbirisi güç gelmez. Mesela sen sabahları
uykuda iken biz sabah namazına kalkıyoruz. Elbette bunlar, sana ve
senin gibilere zor gelir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, kullarına yapabilecekleri şeyleri emretmiştir. Güç
yetirilemeyen işleri emretmemiştir. İnsanları zayıf yarattığı için,
kolaylık göstermiştir. Bir âyet meali şöyledir:
(Allah, size hafif, kolay emretmek istedi, çünkü insan, zayıf
yaratılmıştır.) [Nisa 28]
Namaz, oruç kolaydır. Zekat için de malın tamamının değil,
kırkta birinin verilmesini emretmiştir. Dinin diğer emirlerine dikkatle
ve insafla bakılırsa, bu kolaylıklar görülür. Bununla beraber ibadet
etmenin güç geldiği kimseler yok değildir. İbadetlerin zor gelmesi,
Allah’ın düşmanı olan nefstendir. Namaz kılmak ve diğer ibadetleri
yapmak, ancak müminlere kolay gelir. Kalbi kararmışlara, kâfirlere
zor gelir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Bu din [inanıp ibadet etmek] müşriklere [imansızlara] güç
gelir.) [Şura 13]
([Her çeşit günahtan çekinmek, oruç tutmak ve diğer ibadetleri
yapmak için] Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım
isteyiniz. Sabır ve namaz, yalnız Allah’tan korkan müminlerden
başkalarına zor gelir.) [Bekara 45]
Bedeni hasta olana bazı işleri yapmak güç geldiği gibi, kalbi ve
ruhu hasta olana, kâfir olana da ibadetler güç gelir. (1/191,289)
Ateist genç diyor ki:
Sual: Siz dinin yolundan değil de aklın yolundan gitmelisiniz.
Biz akılcıyız, siz dincisiniz. Dinci olan akılcı olabilir mi? Tanrı
simgesel bir anlatımdır. Tanrı diye bir şey yoktur. Varsa göstermeniz
gerekir.
CEVAP
Bir bilgisayar, bir uçak kendiliğinden meydana geldi diyene
inanan mı akıllıdır, yoksa bunların elbette bir yapanı var diyen mi?
Bu kâinattaki canlı ve cansız yaratıklar kendiliğinden meydana geldi
diyen mi akıllı, yoksa elbette bunun bir yaratıcısı vardır diyen mi? O
halde tesadüfen oldu diyen nasıl akıllı olabilir ki? Başına gelecek
işlerden dolayı bir tedbir almayan, istikbalini düşünmeyen kimseye
akıllı denir mi? Hazret-i Ali, dirilmeye inanmayan bir ateiste, “Biz
inanıyoruz. Diyelim ki senin dediğin gibi tekrar dirilmek olmasaydı,
inanıp ibadet etmekle bizim hiç zararımız olmazdı. Bizim inancımız
doğru ise, sen sonsuz olarak ateşte yanacaksın” diyor. Ateist
ölünce, kendi inancına göre, yok olacak. İslamiyet’e göre ise, o
Cehennemde sonsuz azap görecektir. İnanan da, sonsuz nimetler
içinde yaşayacaktır. Aklı, bilgisi olan bir insan, bu ikisinden elbette,
ikincisini seçer. Sonsuz azapta kalmak, bir ihtimal bile olsa, bunu
hangi akıl kabul eder? Halbuki, ahiret hayatı, bir ihtimal değil, apaçık
bir gerçektir. O halde aklı, ilmi olanın, Allah’a ve ahirete inanması
gerekir. İnanmamak, ahmaklık olur.
Hazret-i Ali’nin buyurduğu gibi, ihtiyatlı, tedbirli olmak mı akıl
kârıdır, yoksa sonsuz tehlikeyi göze almak mı? İslamiyet akla çok
önem veren bir dindir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Aklı olmayanın dini yoktur.) [Ebuşşeyh]
(Akıllı kimse kurtuluşa ermiştir.) [Buhari]
(Aklı olan kimse iman eder.) [Beyheki]
Tevekkül, kader ve kısmet
Ateist genç diyor ki:
Sual: Din sağlıklı düşünmeye engeldir. İnsanı tevekkülcü,
kaderci, kısmetçi yapar.
CEVAP
İslamiyet’i bilmediğiniz için böyle rastgele konuşuyorsunuz.
Tevekkül, kader, kısmet gibi şeyleri de bilmiyorsunuz. İslam âlimleri
buyuruyor ki:
Sebeplerin tesir etmesinin Allahü teâlâdan olduğunu bilen, tesiri
Allahü teâlâdan bekleyen ve tecrübe edilmiş sebepleri kullanan
kimse, Allahü teâlâya tevekkül etmiş, yalnız Ona güvenmiş olur.
Tesir etmeyen, hayali sebepleri kullanmak, tevekkül olmaz. Tesiri
çok görülmüş olan sebepleri kullanmak gerekir. Ateş yakar, fakat,
ateşe yakma kuvvetini veren, Allahü teâlâdır. Aç olan, bir şey yer;
bu şeye doyurma kuvveti veren Odur. Gerektiği zaman, böyle
sebepleri kullanmadığı için zarar gören kimse, Allah’a asi olur.
Tecrübe edilmiş sebepleri kullanmak gerekir. Allahü teâlâ, istişareyi,
yani bilenlere danışmayı emretti. Danışmak, sebebe yapışmaktır.
Tevekkül sebeplere yapıştıktan sonra sonucu sabırla beklemektir.
Tevekkül, iş yapmayıp tembel oturmak değildir. Bir işe başlamak ve
başlanan işi başarmak için tevekkül gerekir. Güç bir işi
başaramamak korkusunu gidermek için de tevekkül gerekir.
Al-i İmran suresinin (Azmedip de bir işe başlayınca, Allah’a
tevekkül et, Ona güven! Allah size yardım ederse, kimse size
galip gelemez. Size yardım etmezse, kimse yardım edemez. O
halde, müminler Allah’a tevekkül etsinler) mealindeki 159. ve160.
âyetleri, tevekkül ile beraber çalışmayı ve çalışmada azmin de
gerektiğini bildiriyor. Demek ki her Müslüman çalışacak, azmedecek
ve sonra da güvenecektir. Tevekkül bir zaaf, bir acizlik değil, tam
aksine bir kuvvettir. Tevekkül edenin kaybedecek bir şeyi de yoktur.
Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Deveni sıkı bağla ve sonra Allah’a tevekkül et!) [İbni Asakir]
Dinimiz, insanlara daima çalışmak, aklını doğru kullanmak, her
türlü yeniliği öğrenmek, başarmak için her türlü meşru çareye
başvurmayı emretmektedir. Bir Müslüman ancak herhangi bir işte
aklını kullandığı, her çareye başvurduğu ve son derece de çalıştığı
halde, bir başarıya ulaşamazsa, üzülmemeli ve bu sonucun, Allahü
teâlânın kendisi için uygun gördüğü bir husus olduğunu kabul
ederek kaderine razı olmalıdır. Yoksa hiçbir şey yapmadan,
çalışmadan, öğrenmeden ve bilmeden yan gelip yatarak beklemek,
İslamiyet’te yoktur. Böyle yapmak büyük günahtır. Ateistler
tevekkülü böyle bir şey zannediyorlar. Bir âyet meali şöyledir:
(İnsana, ancak dünyada çalışarak yaptığı işler fayda verir.)
[Necm 39]
İnsanlar, bazen her şeye başvurdukları ve çok çalıştıkları halde,
istediklerine kavuşamazlar. İşte o zaman, bu işte kendi ellerinde
olmayan bir kudret bulunduğunu ve bu kudretin insanların
yaşamaları ve başarıları üzerinde etkili olduğunu ve onlara yön
verdiğini kabul ederler. İşte kader kısmet budur. Bu aynı zamanda
büyük bir teselli kaynağıdır. (Ben görevimi yaptım, ama ne yapayım
ki kısmetim bu imiş) diyen bir Müslüman, bir işte başarısız olsa bile,
ümitsizliğe kapılmaz ve büyük bir iç huzuru ile çalışmaya devam
eder. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Güçlükle beraber elbette bir kolaylık vardır. Öyleyse, bir işi
bitirince diğerine teşebbüs et ve hacetini yalnız Rabbinden
iste!) [İnşirah 5-8]
Yani başarısızlıktan ümitsizliğe düşmeyip çalışmaya devam
etmelidir. Dinimiz çalışmayı emrederken, Müslümanlara tevekkülcü
ve kaderci diye saldırmak, İslamiyet’i bilmemekten ileri gelen fanatik
bir durumdur.
Tesettürü Kur’an emrediyor
Ateist genç diyor ki:
Sual: Başını ve vücudunu, hele kol ve bacakları örtmek asla
Kur’anda yoktur. Buna rağmen kapanmak nasıl Allah’ın emri olur?
CEVAP
Resulullah efendimiz, kapanma hükmü Kur’an-ı kerimde
olmadığı halde mi emretti? Asırlardır Müslümanlar Kur’ana, sünnete
uymuyorlar mı? Ne kadar basit bir görüş bu. Tesettürle ilgili âyet-i
kerimeleri Peygamber efendimiz açıklamış, âlimler de bizlere
bildirmiştir. Bu husustaki tartışmalar kasıtlıdır. Kur'an-ı kerimde
genel olarak hükümler, kısa olarak bildirilmiştir. Bunları Peygamber
efendimiz açıklamıştır. Çünkü Kur’an-ı kerimde mealen, (İndirdiğim
Kur’anı insanlara açıkla) buyuruluyor. (Nahl 44)
Bir kimse, İsra suresinin (Ana babana öf deme) mealindeki 23.
âyete bakarak, ana babasına öf demeden, sopa ile dövse, sonra da
(Ben öf demediğim için, Kur'anın emrine uydum) dese, doğru olur
mu? Bunun anlamı, (Ana babanızı üzmeyin, hatta onlara öf bile
demeyin) demektir. (Beydavi)
Bunun için tesettür âyetlerinden göğüs kısmını kapatıp başka
yerleri açmak anlamı çıkmaz. Bu bakımdan Kur'an tercümesine
bakmak çok yanlış olur. Herkes Kur'andan hüküm çıkarabilseydi,
Peygamber gönderilmesi lüzumsuz olurdu. Dinimizin bir hükmünü
öğrenmek için herkes Kur'an-ı kerime bakıp anlayamaz. Kur'an-ı
kerim, hadis-i şeriflerle açıklanmıştır. Hadis-i şerifleri de anlamak
büyük ilim işidir. Bunları da İslam âlimleri açıklamıştır. Onun için hiç
kimseye Kur'an tercümesi okumasını tavsiye etmiyoruz. Tıp kitabı
okuyarak, ilaç yapmak ve hastaya teşhis koymak yanlıştır. Kur'an
tercümesinden hüküm çıkarmak bundan daha büyük yanlıştır.
Çünkü yanlış ilaç öldürebilir; ama yanlış hüküm, imanı kaybettirip,
sonsuz azaba düşürebilir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kur'anı kendi görüşü ile açıklayan, doğru olsa bile,
muhakkak hata etmiştir.) [Nesai]
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
[Yabancı erkeklere bakmaktan] sakınsınlar, ırzlarını
korusunlar, [el, yüz gibi] görünen kısmı hariç, ziynetlerini [ziynet
takılan yerlerini] göstermesinler, başörtülerini yakalarına kadar
[saç, kulak ve gerdanlarını] örtsünler!) [Nur 31]
Bu âyet-i kerimeden kadınların başörtüsü ile sadece yakasını
örteceği, baş ve vücudunun diğer yerlerini örtmenin gerekmediği
anlaşılabilir. Gözünü neden sakınacak, ırzını nasıl koruyacak,
ziynetten maksat nedir? Kına, sürme, boya mıdır, altın, gümüş gibi
ziynetler midir? Bu hususlar açık değildir, hadis-i şerifle bildirilmiştir.
Bir âyet-i kerime meali de şöyledir:
(Ey Nebi, hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına
[dışarı çıkarken] cilbablarını [dış elbiselerini] giymelerini söyle!
Bu, onların tanınıp, eza edilmemelerine daha uygundur.) [Ahzab
59]
Bu tercümeye bakıp "Kadın, tanınıp eza edilmemesi için elbise
giyer. Tanınıp eza edilmezse, çıplak gezebilir" diyenler çıkmıştır.
Önemli olan Resulullahın açıklamasıdır. O buyuruyor ki:
(Kadının [yüz ve iki elinden başka] bütün bedeni avrettir)
[Mecmaul-enhür, El-mugni]
Bu hadis-i şerifte kadının tesettürü açıkça bildiriliyor. Kur'an-ı
kerimin 17 yerinde Resulullaha (De ki, bana tâbi olun) buyuruluyor.
Resulullaha tâbi olup Onun bildirdiği şekilde tesettüre riayet
etmelidir!
Resulullah efendimiz, baldızını, ince elbise ile görünce, (Ya
Esma, bir kız, namaz kılacak yaşa gelince, yüz ve elleri hariç,
vücudunu erkeklere gösteremez) buyurdu. (Ebu Davud)
Hazret-i Âişe buyurdu ki:
(İlk muhacir kadınlara Allah rahmet etsin! Tesettür âyeti
inince, hemen peştamallarını yırtıp başlarını örttüler) buyurdu.
(Buhari, Nesai)
Hak din hangisi?
Sual: Almanya’da oturuyoruz. Küçük kızım, okuldan gelince,
Anne, ya Hıristiyan dini hak ise, onun hak din olmadığını
nereden biliyoruz?” dedi. Küçük çocuğuma nasıl bir cevap
vermeliyim?
CEVAP
Çocuk her şeyi sorabilir. Ona şimdilik şu kadarını söyleseniz
yeter:
Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselamdan beri, insanları doğru yola
iletmek üzere bir çok peygamber göndermiştir. Bazılarına da kitap
vermiştir. Kitap verdiği peygamberler, bir din ile gelmiştir. O din
bozulunca Allah başka bir din göndermiştir. Mesela İbrahim
aleyhisselamın dini bozulup insanlar, doğru yoldan ayrılınca, Allah
onlara Musa aleyhisselamı göndermiştir. Onun dinine Musevilik
deniyordu. Şimdi Yahudilik deniyor. Yahudilik dini bozulunca da,
Allah İsa aleyhisselamı gönderdi. Dinine İsevilik deniyordu. Şimdi
Hıristiyanlık deniyor. Hıristiyanlık da bozulunca, Allah, bizim
Peygamberimiz Muhammed aleyhisselamı gönderdi. Onun dininin
adı İslamiyet’tir. Allah, artık bu din bozulmayacak, kıyamete
kadar kalacak dedi. Ben İslamiyet’ten razıyım dedi. Şimdi Hak
din ancak İslamiyet’tir dedi. İslamiyet’ten başka din arayanları,
başka dini hak bilenleri Cehenneme atarım dedi. Bütün
Peygamberler de müslüman idi. Onları ve getirdikleri kitapları inkâr
etmeyiz. Onlar da hak idi, ancak İslamiyet ile Allahü teâlâ onları
yürürlükten kaldırdı, böyle olduğuna inanmayanların kâfir olduğunu
bildirdi.
Din ne demektir?
Sual: Din ne demektir? İslamiyet’e sırat-ı müstakim yani doğru
yol denir mi?
CEVAP
Elbette İslamiyet sırat-ı müstakimdir.
Din, insanları sonsuz saadete götürmek için Allahü teâlâ
tarafından gösterilen yol demektir. Din ismi altında insanların
uydurduğu yollara din denmez. Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselamdan
beri, her bin senede, bir Peygamber vasıtası ile, insanlara bir din
göndermiştir. Bütün Peygamberler, hep aynı imanı söylemiş, hepsi
ümmetlerinden aynı şeylere iman etmeyi istemişlerdir. Yani bütün
Peygamberler Müslüman idi. Fakat, kalb ile, beden ile yapılması ve
sakınılması lazım olan şeyleri başka başka olduğundan,
Müslümanlıkları da ayrıdır. Mesela namaz vakitleri kiminde az
kiminde çok idi. Bazı şeyler kiminde haram, kiminde helal idi.
Her din, kendisinden önce gelen dini nesh etmiş, yani
değiştirmiştir. En son gelen ve her dini değiştiren ve dinlerin hepsini
kendinde toplamış olup, kıyamete kadar hiç değişmeyecek olan din,
Muhammed aleyhisselamın dinidir. Bugün, Allahü teâlânın sevdiği,
beğendiği din de, bu ahkam ile kurulmuş olan İslam dinidir. Sırat-ı
müstakim, sadece İslamiyet’tir. Üç âyet-i kerime meali şöyledir:
(Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran 19]
(Sizin için din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3]
(İslam’dan başka din arayanın bulacağı din asla kabul
edilmez.) [Al-i İmran 85]
İslamiyet sırat-ı müstakimdir. Kur’an-ı kerimde otuzdan fazla
yerde, İslamiyet için sırat-ı müstakim ifadesi geçer. Bunlardan
bazılarının mealleri şöyledir:
(Doğu da Allah’ın, batı da. O, dilediğini doğru yola
[İslamiyet’e] iletir.) [Bekara 142]
(Allah'ın Kitabına sarılan elbette doğru yola [İslamiyet’e]
kavuşur.) [Al-i İmran 101]
(Allah, kendisine inanan ve Kitabına sarılanları rahmetine
ve bol nimetine kavuşturur, onları kendisine götüren doğru
yola [İslamiyet’e] ulaştırır.) [Nisa 175]
(Allah, rızasını gözetenleri onunla, selamet yollarına eriştirir
ve onları, iradesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır, doğru yola
[İslamiyet’e] iletir.) [Maide 16]
(İşte Rabbinin doğru yolu [İslamiyet] budur. Biz, âyetlerimizi,
düşünen bir topluluk için beyan ettik.) [Enam 126]
(İşte benim doğru yolum [İslamiyet] budur; ona uyun. Sizi bu
yoldan ayıracak başka yollara uymayın. Kötülüklerden
sakınmanız için Allah size bunları emretti.) [Enam 153]
(İblis dedi ki: Sen beni azgınlığa mahkûm ettin, ben de
yemin ederim ki, insanları saptırmak için, senin doğru yoluna
[İslamiyet’e] pusu kuracağım [onlara vesvese verip saptırmaya
çalışacağım.]) [Araf 16]
(Allah, iman edenleri, doğru bir yola [İslamiyet’e] iletir.) [Hac
54]
(Resulüm, elbette sen, onları doğru yola, [İslamiyet’e]
çağırıyorsun.) [Müminun 73]
(Kur’an-ı Hakim'e and olsun ki, sen doğru yol [İslamiyet]
üzere gönderilmiş Peygamberlerdensin.) [Yasin 2-4]
(Ey Resulüm, elbette sen, doğru bir yola [İslamiyet’e]
çağırıyorsun.) [Şura 52]
İslamiyet evrenseldir
Sual: Bir ateist, (Kur’anda Peygambere Mekke halkını
Müslümanlığa davet et deniyor. Ben Mekkeli olmadığıma göre,
Müslümanlık beni bağlamaz) diyor. İslamiyet evrensel bir din değil
mi? Sadece Mekke halkına mı geldi?
CEVAP
Mealden İslamiyet öğrenilmez. Görüyorsunuz kâfir bile
anlamayıp veya yanlış anlayıp kâfirliğini katmerleştiriyor, ben böyle
dine inanmam diyor.
İslamiyet evrensel olup kıyamete kadar geçerli tek dindir. Bu
konuda bir çok âyet-i kerime ve hadis-i şerif vardır. Bu konudaki iki
hadis-i şerif meali şöyledir:
(Her Peygamber yalnız kendi kavmine geldi, ben ise bütün
insanlara gönderildim.) [Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesai]
(Benden önce hiçbir Peygambere verilmeyen beş şey bana
verildi. Bunlardan birisi, her Peygamber sadece kendi kavmine
gönderilirken ben bütün dünyadaki insanlara gönderildim.)
[Buhari, Müslim, Nesai, Tirmizi]
Birkaç âyet-i kerime meali:
(De ki, ey insanlar, ben, Allah’ın hepiniz için gönderdiği
Resulüyüm.) [Araf 158] (Yukarıdaki hadis-i şerifler gibi, bu âyet-i
kerime de, Peygamber efendimizin bütün insanlara geldiğini
açıkça göstermiyor mu?)
(Biz seni ancak bütün insanlara [Müminlere Cenneti]
müjdeleyici ve [kâfirlere azabı haber verici] uyarıcı [bir resul]
olarak gönderdik; ama insanların çoğu [bu gerçeği] bilmez.)
[Sebe 23]
(Âlemlere [Bütün insanlara ve cinlere ilahi azap ile] korkutucu
[uyarıcı] olarak Furkanı [Kur’anı] kuluna [Resulüne] indiren
[Allah’ın şânı] ne yücedir.) [Furkan 1]
(Biz seni âlemlere [insan, cin ve diğer bütün mahlûkata]
rahmet olarak gönderdik.) [Enbiya 107]
Ateistin konu edindiği iki âyet-i kerime şu mealdedir:
(Bu Kur'an, kendinden önce [gönderilen ilahi] kitapları tasdik
eden, şehirlerin anası (merkezi olan Mekke) halkını ve
çevresindeki [dünyadaki] bütün insanlığı uyarman için
indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Ahiret gününe iman edenler
bu Kitaba da inanıp namazlarını devamlı kılarlar.) [Enam 92]
(Mekke şehri, İslam dünyasının merkezidir. Onun çevresi bütün
dünyadır. Dünyadaki Müslümanlar her yıl bir sefer Mekke’de
bulunan Kâbe’de toplanırlar.)
(Şehirlerin anası [olan Mekke] halkını ve çevresindeki [bütün
dünyadaki] insanları uyarman ve varlığında hiç şüphe olmayan
kıyamet gününün dehşetinden onları korkutman için sana
Arapça bir Kur'an indirdik. İnsanların bir kısmı [müminler]
Cennete, bir kısmı da [kâfirler] Cehenneme gidecektir.) [Şura 7]
Demek sadece Mekkelilerin değil, insanların bir kısmı,
inanmadıkları için Cehenneme, bir kısmı da inandıkları için Cennete
gidecektir. Cenneti değil de, Cehennemi tercih etmek, ne kadar
ahmakça bir iş olur! Mekke, Âdem aleyhisselamdan beri bütün
müminlerin yani bütün semavi dinlerin merkezidir. Bütün
Peygamberler müslüman idi. Kâbe-i muazzamayı ilk defa Âdem
aleyhisselam, sonra da İbrahim aleyhisselam yaptı. Resulullah
efendimiz zamanında da tamir edildi.
Hak din İslam’dır
Sual: Musa peygambere inanana Musevi, İsa peygambere
inanana İsevi deniyor da, Muhammed peygambere inanana
Muhammedi denmiyor da, niçin Müslüman deniyor?
CEVAP
Diğer dinler, belli bir kavme, belli bir bölgeye gönderilmiştir ve
belli bir zaman yürürlükte kalmıştır. İslamiyet ise, cihanşümul
[evrensel, üniversal] bir din olup, bütün insanlığa gönderildiği ve
hükümleri de, kıyamete kadar geçerli olduğu için, gönderilen
peygamberin ismi ile bildirilmemiştir. Muhammed aleyhisselamın
getirdiği dine, İslamiyet dendi. Önceki dinlerin hiç biri bozulmamış
olsaydı bile, nesh edildiği, yani yürürlükten kaldırdığı için, artık o
dinlerin hiç birisi ile amel etmek caiz olmaz. Bir âyet-i kerime meali:
(Allah indinde hak din, yalnız İslam’dır.) [Al-i İmran 19]
İslam dini evrenseldir
Sual: (Kur’anda (Anlayabilmeniz için, Kur’anı Arapça olarak
indirdi) denmesi, bunun özellikle vurgulanması, Kur’anın aslını ve
tercümelerini herkesin anlayabileceğini ve İslam dininin evrensel
olmadığını, sadece Arapların dini olduğunu, diğer milletleri
ilgilendirmediğini göstermektedir) diyenlerin anlayışları yanlış değil
midir?
CEVAP
Elbette yanlıştır. O ifadeler, dinsizlerin sözleridir. Hangi dille
gelseydi, aksini söylerlerdi. Yusuf suresinin, (Anlayabilmeniz için,
Kur’anı Arapça olarak indirdik) mealindeki ikinci âyet-i kerimesi,
tefsirlerde özetle şöyle açıklanıyor:
(Kur’an-ı kerimi herhangi bir dil ile değil, en geniş, en açık olan
Arapça olarak indirdik. Eğer iyi düşünürseniz, bu kitabın yüceliğini,
kendisinin bir şaheser, sözlerinin, bütün insanlığa hitap ettiğini
görür, Müslüman olmayı en büyük bir vazife, en yüksek bir saadet
telakki edersiniz. Ey Araplar, Kur’an-ı kerim, sizin dilinizle indi.
Edebiyatçıların, şairlerin sözlerine benzemediğini gördünüz. Bunun
insan sözü olmadığını, ilâhi bir kelam olduğunu düşünürseniz,
anlarsınız.)
Demek ki âyetteki anlamak, bunun ilâhi kelam olduğunu
anlamaktır. Yoksa ahkâmını anlamak değildir. Eğer öyle olsaydı,
Allahü teâlâ, (Resulüm, Kur’anı insanlara açıkla) buyurmazdı.
(Nahl 44)
Fussilet suresinin, (Eğer biz Kur’anı herhangi bir yabancı bir
dille gönderseydik, “Âyetleri tafsilatlı şekilde açıklanmalıydı.
Arapça olmayan bir kitabı biz nasıl anlarız? derlerdi. De ki: O
Kur’an, bütün inananlar için doğru yolu gösteren bir rehber ve
şifadır. İnanmayanlarınsa, kulaklarında bir ağırlık vardır ve
Kur’an onlara kapalıdır. Sanki onlara uzak mesafeden
bağırılıyor da Kur’anın ne söylediğini anlamıyorlar) mealindeki
44. âyetin açıklaması da şöyledir:
Kur’an-ı kerim, [Çince, Yunanca, Rusça veya başka bir dilde
değil de] sizin lisanınızda, yani Arapçadır. Sizler, ifadelerinin
vecizliğinden, şaheserliğinden bu Kur’anın ilâhi bir kelam olduğunu
anlarsınız. Yoksa (Arapça bildiğinize göre, Kur’anın hükümlerini de
anlarsınız) denmiyor. Âyetin devamında, inanmayanların [ve yalnız
Kur’an diyen zındıkların] Kur’anı sağırlar gibi duymadıkları ve
anlayamadıkları bildiriliyor. Zaten herkes Kur’andaki aynı şeyi doğru
olarak anlasaydı, 72 sapık fırka meydana çıkmazdı. İmanı, farzları
ve haramları öğrenmek farzdır. Bunlar, ancak fıkıh kitaplarından
öğrenilir. Fıkhı, müctehid âlimler, âyet ve hadislerden çıkarmışlardır.
(Hadika)
Bugün 172324 ziyaretçi (516340 klik) kişi burdaydı!

DUYURU PANOSU

SİTEMİZDE ULAŞMAK İSTEYİPTE ULAŞAMADIĞINIZ KONULARI MESAJLA BİLDİREBİLİRSİNİZ.... İSLAMİ BİLGİLER

Video

TR.GG REKLAM

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol